"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatidir. "

bush ve ayakkabı

14 Eylül 2008 Pazar

bugun ne cizdiler,ne yazdılar.leman/penguen

Leman 879

Kapak879.jpg
ciziyorum..haslet soyoz /ercan akyol


Erdoğan, “Bu ülkede Atatürk üzerinden geçinen tüccarlar var” demiş.
Duyan da Atatürkçü Düşünce Derneği yöneticilerinin vatandaştan yardım parası toplayıp küpünü doldurduğunu zanneder..Melih AşıkAçık Pencere


İmam zekâsı
Köyün birine hırsız dadanmış. Özellikle ayakkabılara meraklı..
Cemaat camiye girip namaza durunca, bulduğu ayakkabıları torbasına doldurup kayboluyor...
Sonunda köylü pusuya yatmış, hırsızı, torbası elinde kıskıvrak yakalamış. Köy heyeti toplanmış... Hırsıza ne ceza verelim, nasıl etkisizleştirelim... Derken birisi öneri getirmiş:
- En iyisi imam yapıp önümüze geçirmek. Böylece gözümüzün önünde olur, hırsızlık yapamaz...
Köylünün aklı bu işe yatmış, adamı imam yapmışlar...
Aradan yıllar geçmiş. Gurbete çıkan bir köylü dönüşte hırsız imamın neler yaptığını, hırsızlığın bitip bitmediğini sormuş. Demişler ki:
- Herif imamlığa devam
ediyor, hırsızlık yapmıyor...
- Demek sorun çözümlendi?
- Yok canım... Birkaç adam tuttu. Hırsızlığı onlara yaptırıyor. Kendisi de “Hırsızlık günahtır, sakın çalmayın” diye vaaz veriyor..Melih AşıkAçık Pencere

Türkiye, İran operasyonuna hazır kabak kimin başınapatlayacak..yigitbulut/yorum

Türkiye'de siyaseti, "medya-siyasetçi" kavgası belirleyecek diyorsanız, bence acele ediyorsunuz. Ne siyaseti, ne de finansal dinamikleri belirleyecek ana denklem bu çizgiden çıkmayacak. Ana çizgi çok açık ve net: Amerika ve İsrail'in İran operasyonu. Bu detaya Obama'nın geride kaldığı gerçeğini yani Bush yönetiminin devam edeceğini de ekleyin. Peki Türkiye'de özellikle ABD ve İsrail bugüne kadar kendilerine normal şartlarda ters olması gereken AKP'yi neden desteklediler?
Değerli dostlar, amaç Türkiye'de bir İslam Devleti kurdurmak değil, Türk halkına en kötüyü gösterip, bu tehlikeyi İran ile özdeşleştirdikten sonra, Türkiye'yi yeni yolda kullanmak. Bu arada bir not düşeyim, var olan ekonomik trend ABD'nin kesinlikle İran'a saldırmasını gerektiriyor.
Türkiye için 4 senaryo
Bu noktada sizlere Pentagon'a sunulan ve siyasi işlerden sorumlu savunma müsteşarlığının "RAND CORPORATION'a" hazırlattığı son iki rapordan rapordan bazı cümleleri aktarmak istiyorum.
Ne diyor Amerikalılar? Mesaj çok açık, aynen aktarıyorum:
"AK Parti'nin başarısının İslami kökleri olan siyasi hareketin gücünü gösterdiği savunulan raporda, Refah ve Fazilet gibi selef partilerden çok farklı olduğu belirtiliyor. Raporda, Avrupa Birliği (AB) yolunda diğer dinlere ait azınlıkların haklarını da içeren reformlar yapıldığına dikkat çekiliyor. RAND raporunda önümüzdeki 10 yılda Türkiye için dört ana muhtemel senaryodan söz ediliyor: AKP'nin ılımlı, AB eğilimli bir yol izlemesi, sinsi İslamlaşma, AKP'nin yargı tarafından kapatılması ve askerî darbe. Rapora göre, AKP kapatılmazsa ve iktidarda kalırsa, laikçileri tahrik edecek ve laik-dindar dengesini değiştirecek icraatlar yönünde bastırma hususunda daha ihtiyatlı olacak. Kemalist idareci sınıfın Türkiye'de hâlâ büyük oranda hakim olduğu kaydedilen raporda, siyasette dinin kabul edilir rolünü tanımlayan çizgileri aşan herhangi bir hükümet, siyasi gerilime sebebiyet verecek ve muhtemelen askerî müdahaleyi tahrik edecektir."
ABD İran'a saldırmak zorunda
Peki bütün bunlardan sonar ana başlığa döner ve sorarsak, İran operasyonu, AKP'nin kapatılma davasından neden daha önemli? Maddeler halinde aktarayım:
* Varolan ekonomik yapı gereği ABD, ekonomiyi ayakta tutmak için İran'a saldırmak zorunda. Girilen askeri-sanayi kompleks yolundan dönüş yok.
* İran'a saldırı için Türkiye'nin desteği şart ve ikinci bir Irak olayı ABD tarafından göze alınamaz.
* Erdoğan'lı AKP ile İran olma yolunda kendini zorda hisseden Türk Halkı, İran operasyonuna daha net destek verme noktasına itiliyor.
* İran operasyonu olacaksa; ya Erdoğansız bir AKP veya raporda da geçen başka seçenekler tez-antitez döngüsünde gündeme gelebilir.
* Türkiye'de rejimin geleceği bile ABD'nin İran'a yapacağı bir operasyonda nasıl daha rahat edebileceğine bağlı olarak, Amerika tarafından "zorlanacaktır".
Tek kaybeden Erdoğan olur

Değerli dostlar, uzun lafın kısası, ister medya ile kavgada olsun, isterse Amerika'nın İran dinamiklerinde, her seçenekte bana göre kaybeden tek bir kişi olacak: Erdoğan. Bu yazıyı kesin saklayın, bugün Erdoğan'ın yanında olanların nasıl alternatif veya akil adam pozunda ortaya döküleceklerini göreceksiniz. Başbakan'ın siyasi çizgisi ve tarzını asla ama asla ucundan dahi olsa benimsemeyen ama şahıs olarak "kendisine" sempati duyan biri olarak buradan sesleniyorum; sizi yanınızdakiler bilerek yanlış yola itiyorlar!


Bekir COŞKUN
O gece sabaha karşı yağmur-şimşek-fırtına sesi ile uyandık. Bu yazın ilk şiddetli yağmuru yağıyordu Cunda’nın üzerine.

Humeyni, İran’ın ’Hürriyet Gazetesi’ Ayandegan’a neden çok öfkeliydi


Ayandegan, İran’ın en etkili ve en çok satan gazetesiydi. Fransız Le Monde Gazetesi’nden çevrilen bir haber, Humeyni ile Ayandegan’ı karşı karşıya getirdi.

Hangi haber Humeyni’yi çok kızdırmıştı? Gazetenin boykot edilmesini isteyen Humeyni’nin yardımına kimler koştu? "Yılmayacağını" açıklayan gazete nasıl sindirilmek istendi? Okuyucular, gazetelerine nasıl sahip çıktı? Humeyni’nin şiddetli tepkisinin altında aslında ne vardı? Ayandegan’ın sonu ne oldu? Gazetenin sahibi Daryuş Homayun’un başına neler geldi?

AYANDEGAN, İran’ın en çok okunan gazetesiydi. Tirajı bir milyondu. Liberal-özgürlükçüydü. Köşe yazarları arasında, solcu, sağcı, liberal her görüşten kişi vardı.

Sahibi Daryuş Homayun gazeteciydi. Doktorasına yaptıktan sonra basına girmiş ve sonunda kendi gazetesini çıkarmıştı. Liberaldi. "Anayasacı Meşrutiyeti" savunuyordu.

Evet, Ayandegan, İran’ın en etkili ve popüler gazetesiydi.

Ve bir gün...

Kavganın nedeni: Le Monde

Tarih: 11 Mayıs 1979.

Ayetullah Humeyni, Ayandegan Gazetesi’nin yalan yazdığını söyleyerek, İranlıları gazeteyi boykot etmeye çağırdı.

Peki, Ayandegan Gazetesi ne yazmıştı da Humeyni’yi kızdırmıştı?

İlginçtir; Humeyni ile Ayandegan arasındaki mesele ülke dışındaki bir olaydan çıkmıştı!

2 Mayıs 1979’da -bugün hálá kimler tarafından öldürüldüğü bilinmeyen- Ayetullah Mottahari’ye suikast yapıldı.

Bu cinayetle ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Fransız Le Monde Gazetesi’nin haberini çevirip sayfalarına taşıyan Ayandegan, Humeyni’yi çok kızdırdı.

Çünkü haber, üstü kapalı biçimde suikastı Humeyni ile irtibatlandırıyordu.

Humeyni, Fransız Le Monde değil ama Ayandegan’a karşı öfke dolu bir konuşma yaptı.

Humeyni’nin öfke dolu konuşmasının sebebi bir değildi. Aslında Mottahari suikastı bardağı taşırmıştı.

Ayandegan, yeni rejime karşı özgürlükçü kesimin taraftarlığını yapıyordu.

Yayınları Humeyni’yi kızdırdı

İran Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan bir yetkili, yandaş medya İttilat Gazetesi’nde, kız ve erkek çocukların birbirinden ayrı spor yapmaları gerektiğini, aksi takdirde yakında spor salonlarının yanına bir de doğumevi açmak gerektiğini yazdı!

Kuşkusuz bu yazıya bugün siz nasıl tebessümle yaklaşıyorsanız, o gün İranlıların çoğu da öyle yaklaştı.

Ayandegan bu görüşle alay eden bir makale yayınladı.

Aslında kimse tehlikenin farkında değildi henüz.

Herkes yeni rejime yaranma telaşındaydı.

Bu konuda komik bir örnek vermeliyim:

Tahran Kent Tiyatrosu’nun önünde Henry Moore’nin yaptığı flüt çalan adam yontusu vardı.

İran, İslam Cumhuriyeti olunca yeni rejime yaranmak isteyen Berlin’de tiyatro bilimleri öğrenimi görmüş, yani okumuş tiyatro müdürü hemen heykelin pipisini kestirdi. İnanın şaka değil.

Fakat pipi kesilerek sorun giderilemedi. Çünkü bu kez heykelin dişi mi erkek mi olduğu kafaları karıştırdı!

Tiyatro müdürü heykeli giydirmek istedi.

Ama mollalar kesin çözümü buldu; heykel parçalanarak çöpe atıldı!

Bir süre sonra da yeni rejime yaranmak isteyen müdürün işine son verildi; tiyatrolara yasak getirildi!

Zamanla komik görünen olaylar dehşetli bir hal almaya başladı.

Ayandegan hepsini haber yapıyordu.

Kamusal alanda kadınlara başörtü zorunluluğu getiren yasaya Ayandegan karşı çıktı.

Peçesiz dolaştığı için saldırıya uğrayan kadınların çığlıklarını tek duyan gazete Ayandegan oldu.

İçki satan büfelere, fabrikalara yapılan saldırılar Ayandegan’da yer aldı.

Kızların evlenme yaşının 18’den 13’e düşürülmesine karşı çıkan yine Ayandegan’dı.

İranlı aydınların büyük çoğunluğu, molla rejiminin yaptıklarını hep, "geçiş sancıları" olarak görüyordu. Her seferinde "Tamam bu sonuncusu" diyorlardı.

Ancak bu tehlikeli gelişmeden haberdar olan gazeteci yazarlar da vardı.

Ayandegan Gazetesi köşe yazarı Said Cevadi bunlardan biriydi.

Her gün yazıyordu: "Faşizmin ayak seslerini duyuyorum!"

Köşe yazarı Cevadi’yi bir kişi duydu: Ayetullah Humeyni.

’Yılmayacağız’ manşeti

Humeyni, Ayandegan’ın "baş belası" olacağını çoktandır anlamıştı.

İktidara daha tam hákim olamadığı için ilk başta gazeteyi kapatamayacağını biliyordu. Bu nedenle boykot çağrısı yapmıştı. Sanıyordu ki gazete ya geri adım atacak ya da satamayıp iflas ederek kapanacaktı.

Humeyni’nin beklediği olmadı.

Humeyni’nin boykot çağrısından bir gün sonra, Ayandegan dört sayfa çıktı.

İlk sayfada kısa bir açıklama vardı; Mottahari suikastıyla ilgili haberler Fransa’da çıkmıştı. Onlar sadece çeviri yapmışlardı. Eğer İran devleti olarak tepki duyulacaksa Fransa’ya duyulmalıydı!

Bu açıklamadan sonra da eklediler: "Yılmayacağız."

Gazetenin diğer üç sayfası boştu, bembeyazdı.

Ayandegan mücadeleye kararlıydı.

Ama...

Bayiler gazeteyi satmaya korktular. Çünkü gazeteyi satan bayilerin dükkánları eli sopalı mollalar tarafından tahrip edilip, yakıldı!

Başörtüsüz kadınların yüzüne kezzap atan, sinema, kitabevi yakan, içkili yerleri yakan mollaların hedefinde bu kez gazete büfeleri vardı.

Büfeciler, Ayandegan’ı satmamaya başladılar.

Bu kez devreye gazetenin okuyucuları girdi; Ayandegan’ı elden sattılar.

Gazete tiraj kaybetmedi. Ancak...

’Bunlara tolerans yok’

Ayetullah Humeyni’nin Ayandegan’a hiç tahammülü yoktu.

Gazeteyi çıkaranlara, satanlara, okuyanlara "Vahşi hayvanlar" diyordu. "Bunlara karşı hiç toleransımız olmayacak" diye halkı kışkırtan konuşmalar yapıyordu.

Boykot pek etkili olamayınca eli sopalı mollaların hedefinde bu kez gazete okuyucuları vardı.

Yaşamı boyunca Ayandegan görmemiş, okumamış yoksul varoşlar, gazeteyi kimin elinde görürse saldırıp öldüresiye dövüyordu. Ayandegan’ı taşımak, okumak artık riskli hale geldi.

Enformasyon Bakanı Minaci’ye göre bu şiddet değildi; halkın içten gelen tepkisiydi.

Ve basına da öğüt veriyordu sürekli:

İslam Devrimi yolundan sapmayın! Halkı kışkırtmayın! Halkı kandırmayın!

Yıllarca Şah’a karşı mücadele vermiş, özgürlük hareketlerini savunmuş Ayandegan, yandaş medyada yapılan kışkırtıcı, yalan yayınlar sonucu bir anda, "Amerikancı" ve "Siyonist" oluverdi!

Kara propaganda başarılı oldu. İnsanlar korktular.

Sonuçta molla şiddeti ve Humeyni kazandı.

Sahibi tutuklandı

Ayendegan, "yeni rejimin basın özgürlüğü konusundaki tutumu açıklığa kavuşana kadar yayınına bir süreliğine ara verdiğini" açıkladı. Sonra bir iki kez çıkma teşebbüsünde bulundu.

Ancak...

Velayat-i Fıkıh tarafından 8 Ağustos 1979’da kesin olarak kapatıldı. Sahibi Daryuş Homayun tutuklandı. "Günah keçisi" ilan edildi. Sonra İran’dan kaçıp Türkiye üzerinden Paris’e gitti.

14 Eylül 2008...

Ayandegan, İran’da hálá yasak!

Ayandegan’ın başına gelenleri "geçiş döneminin spontane olayları" diye düşünen İranlı aydınlar, bugün Paris kafelerinde gördükleri ihtiyar Daryuş Homayun’dan af diliyorlar!

İslamcı medyaya örnek bir İran gazetesi: Camee

CAMEE (Toplum), 1998’de yayın hayatına başladı.

Kısa sürede İran’ın popüler gazetelerinden biri oldu; 300 binlik tirajı vardı.

16 sayfalık gazeteyi, Tahran’da evden bozma küçük bürolarında kadınlı erkekli 45 kişi hazırlıyordu.

Farklıydı. Farkı, kimsenin yazamadığı alışılmışın dışındaki haberlere yer vermesiydi. Örneğin, Hizbullah’ın yasadışı faaliyetlerini çekinmeden yazıyorlardı. Faili meçhul cinayetlerin üzerine gidiyorlardı. Yolsuzluklarla savaşıyorlardı. İran cezaevlerinde yatan siyasilerle röportaj yapıyorlardı.

Siyasi karikatürleri, kara mizahı korkusuzcaydı.

Yıllarca görmezlikten gelinen kültür-sanat haberlerine geniş yer veriyorlardı.

Okuyucu kitlesi, yıllarca tekdüze resmi haberlerden sıkılan reform yanlısı kişilerdi.

Gazetenin çember sakallı Genel Yayın Yönetmeni Maşaallah Şemsülvaezin, yayın çizgilerini şöyle açıklıyordu:

"Biz demokratik diyaloğun seviyesini yükseltmeye ve hükümetin özgürlükler konusunda ne derece hoşgörü sahibi olduğunu sınamaya çalışıyoruz." Ardından ekliyordu: "İran’da demokrasinin bir mayın tarlası olduğunu biliyoruz; kendimizi mayın arayıcılar olarak görüyoruz."

Camee aslında İslamcı rejimi savunun bir gazeteydi.

Çalışanlarının çoğu İslam Devrimi’ni desteklemişti.

Bu siyasal görüşleri, iktidarın/rejimin yanlışlıklarını yazmalarına engel değildi.

Reform yanlısıydılar. "Düşünce özgürlüğü olsun ki inanç özgürlüğü olsun" ilkesini benimsemişlerdi.

Kısa sürede başarıyı yakalayan Camee’nin yayın hayatı uzun olmadı.

Yayımlanmaya başladıktan dört ay sonra hakkında dava açıldı:

"Ahlaki düzene iftira ettiği ve gerçekdışı makaleler yazdığı" gerekçesiyle suçlu bulundu.

Rejim destekçilerinin "düşman uçağına" benzettiği Camee bir ay sonra kapatıldı.

Haziran ayında kapatıldığında tirajı 2 milyona yaklaşmıştı.

Geri adım atmadılar. Aynı kadro yeni bir gazete çıkardı: Tus (İran).

Yeni gazete Tus’un mizanpajı da, yayın çizgisi de Camee’den farklı değildi.

Korkusuzdu.

Reformcu eski bakanlar Ataullah Mohacerani ile Abdullah Nuri’nin Tahran Üniversitesi’nde cuma namazı kılarken seksen kadar Hizbullah yanlısı tarafından dayak yemesini manşetine taşıdı.

Tus, iktidarın askeri gücü Hizbullah’ı bile hedef almaktan çekinmedi. Başyazında aynen şöyle yazdı:

"Bunu yapanların teröristlerden farkı yoktur. Bu konuda tepki göstermeyen ve susanlar, kendi kişisel çıkarlarına hizmet etmektedirler, devrim ideolojisine değil."

İran yargı mekanizmasının başındaki isim Ayetullah Muhammed Yezdi, cuma vaazında Tus’a yanıt verdi:

"Günümüzde gazeteler ve dergiler özgürlük adına büyük hatalar yapmaktadırlar. Yasaklanan bir gazetenin yeniden yayımlanmaya başlanması özellikle kanun dışıdır. Ümit ederim ki birileri harekete geçmeden Kültür Bakanı harekete geçer."

Ağustos ayında Tus kapatıldı. Gerekçe benzerdi: "Kamu düzenini bozacak yalanlar yazmıştı!"

Mollalar artık akıllanmışlardı. Gazetenin başka isimle çıkmaması için Tus’un yayıncısı Hamid Rıza Celayipur ile altı yönetici tutuklandı.

On yıl önce İslam devrimine büyük katkıları olmuş, içişleri ve dışişleri bakanlıkları yapmış olan yayıncı Celayipur, 1998 yılı yazında ruh halini şöyle anlatıyordu: "Dolu bir silah üzerime çevrilmiş gibi hissediyorum. Bilmediğim tek şey, tetiğe ne zaman dokunacakları."

Hamid Celayipur bu sözleri ederken gözlerinden akan yaşları, birlikte çalıştığı gazeteci kız kardeşi Fatime Celayipur’dan saklıyordu. Çünkü iki erkek kardeşi Irak Savaşı’nda şehit olmuştu. Üçüncüsü ise rejim muhalifi Mücahidin saldırısında ölmüştü. Şimdi ise kardeşlerinin uğruna öldüğü rejim silahı onun üzerine doğrultmuştu.

Celayipur Ailesi daha birkaç yıl öncesine kadar rejiminin sembolüydü.

Şimdi ise rejimi tehdit eden bir aileydiler!

Korku içindeydiler. Nasıl korkmasınlar? O yıl İran’da ardı ardına faili meçhul cinayetler işlenmeye başlandı. Öldürülenler hep reform yanlısı aydınlardı.

O karanlık günlerde Camee ve Tus kapatıldıktan sonra üçüncü gazetelerini çıkardılar: Neşat (Mutluluk).

Neşat özellikle rejimi eleştiren üniversite öğrencilerinin okuduğu bir gazete oldu.

Ve doğal olarak Eylül 1999’da kapatıldı. Genel Yayın Yönetmeni Latif Safari hapse atıldı.

Suçu, "İslam’ın kutsal buyruklarına ve yüce liderine hakaret" idi.

Bunu şu yazıyla yapmıştı: "Asılarak ölüm cezası uygulanması ve intikam almaya yönelik cezalar, dünyadaki cinayetlere ve ahlaksızlığa çözüm getirmemiştir. Ve üstelik bunlar Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’yle bağdaşmıyor."

Bu makaleye Ayetullah Hamaney sert yanıt vermişti: "İslam’ın temel ilkelerini inkár eden kafirdir ve cezası ölüm olmalıdır."

Sonuçta:

Camee, Tus ve Neşat; üç gazete de kapatıldı.

Çoğu çalışanı, işkenceleriyle meşhur Evin Cezaevi’ne gönderildi.

Oysa bu gazeteciler, yazarlar İslam Devrimi’ne bağlıydılar.

Hepsi İslam Devrimi’ne inanmışlar, İslam Devrimi için mücadele etmişler, bu uğurda yakınlarını kaybetmişlerdi.

Hálá inançlıydılar.

Zamanla İslam devrimi kendi evlatlarını yemeye başlamıştı.

Bu evlatların tek farkı, rejimi eleştirmeleriydi.

Kaz’an...


Mercümek dönemi yaşanırken...

Şevket Kazan vardı.

Sonra bunlar geldi.

2’ye çıkarıldı kazan sayısı...

"Win-Win" dedi Başbakan.

Yani "kazan-kazan!"

Kömür, mercimek servisi başladı.

Al mercimeği-ver oyu.

Kazan-kazan.
*
Ve, şimdi öğreniyoruz ki...

Tabağı çanağıyla birlikte TBMM’nin başka nesi verilmiş Deniz Feneri’ne?

2 kazanı.

*
E hal böyleyken...
*
Ben Deniz Fenerci arkadaşların yerinde olsam, hiç öyle avukatla mavukatla uğraşmam... Çıkarım "Paralar nerde" diye soran Alman hákimin karşısına, "Bak hoca" derim...

"Siz Almanlar bilmezsiniz.

Bizim Türkler gayet iyi bilir.

O kazan öldü!

Diyeceksin ki, kazan ölür mü?

Doğurduğuna inanıyorlardı...

Öldüğüne de inanırlar.

Ne sen beni üz, ne ben seni.

Tahliyemi talep ediyorum."

-------------
Bataklıkta çırpınmak!Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN
10.09.2008 - 09:01

Küresel düzeyde yaşanan olumsuzluklar üreten kesimler başta olmak üzere yapısal sorunlarımızı ağırlaştırırken istikrarsızlık potansiyelini beslemeye devam ediyor. Bir yandan durgunlaşma eğilimi diğer yandan artan enflasyon baskıları ekonominin çarklarını dönemez hale getiriyor. Hangi açıdan bakar isek bakalım olumsuzluk boyutunun dayanılmaz boyutlara ulaştığı dikkat çekiyor.

Gerek iç ve dış talep daralması gerekse olumsuz maliyet koşulları hareket yeteneğini sınırlıyor. Diğer taraftan mevcut uygulamalar çerçevesinde yüksek düzeyini koruması beklenen tasarruf açığı ve cari açığın finansman kalitesi bozuluyor, aşırı kırılgan hale gelen borç-alacak zinciri stok değişkenlerdeki sorunları yaratıyor veya mevcut olanları büyütüyor. Ekonomik daralma, daha da yüksek işsizlik kaçınılmazlaşır iken, düzeldiği iddia edilen mali sektör ve kamu dengesi mevcudu koruyamamanın sıkıntısını yaşıyor. Bu sorunlar yumağı hem rekabet gücünü çökertiyor hem de azalan gelirin paylaşımını iyice bozarak sorunların tüm sektörlere ve ekonomiye daha hızlı bir şekilde yayılmasına aracılık ediyor.

Ülkemizde toplam sınai üretim içinde ihracatın payı 2000'li yıllarda olğan dışı bir hızla arttı. Sanayiciler daha kârlı olduğu için değil iç pazardaki olumsuzluklar nedeniyle bu yola yöneldi; maliyetleri aşağı çekmek zorunluluğu nedeniyle ölçekler değişti ve pek takdir edilmese bile bu alanda mucizeler yaratıldı. Fakat artık durum değişti hem önemli pazarlar hızla daralmaya başladı ve yeni pazar bulmak çok zorlaştı hem de maliyeti düşürmeyi bırakın artışını önleyecek mucizeler yaratmak imkansızlaştı. Özetle söylemek gerekir ise tıkandık. Üretim azalacak, azaldıkça ölçek ekonomisinden uzaklaşılacağı için maliyetler artacak, kârlı fiyattan satılamayan ürünler ise artık üretilmeyecek. İşsizlik artacak, ödenemeyen borçlar anormal düzeylere çıkacak, dış talebe paralel olarak iç talep de daralacak. Belki düzelir umudu ile zararına üretim göze alınsa bile finansman bulmak pek mümkün olamayacak.

İçeride Merkez Bankası'nın hesapladığı reel efektif döviz kuru endeksleri gerçeği yeterince göstermese bile ağustos ayında tarihi rekor seviyelere ulaşmış; üreticinin perişanlığını dayanacak gücünün kalmadığını resmediyor. Söz konusu endeksler tüketici fiyatlarına göre yüzde 94 üretici fiyatlarına göre yüzde 67 aşırı değerliliği işaret ediyor. Dışarıda doların güçlenmesi ise ithal girdi maliyetini artırırken, birim ihraç ürünü başına hasılayı küçülterek açmazı büyütüyor. Ayrıca uluslararası döviz piyasalarındaki gelişmeler dolar bazındaki büyüklükleri olumsuz yönde etkileyerek beklenti yönetiminden medet umarak günü kurtarmaya çalışanları da ofsayta düşürüyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nde sektörel dernekler toplantısında dile getirilen sorunlar ciddiye alınmıyor. Evet haklısınız maliyetlerinizi aşağı çekmek gerekli çalışalım deniyor; iki hafta sonra elektriğe yüzde 15'lik bir zam daha geliyor ve sekiz aylık ayarlama yüzde 65'e yaklaşıyor! Sormak gerekiyor hükümetin niyeti nedir? Bu ülkede yaşayanlara üzüm mü yedirmek istiyor yoksa onları güçlülerin masasına meze mi yapmaya çalışıyor? Eğer niyet üreticiyi bitirmek ve ülkeyi parçalamak ise doğru yaptıklarını söyleyebiliriz. Eğer niyet aksi yönde ise tüm uygulamaların acilen değişmesi gerekiyor. Mevcut uygulamalardan vazgeçmeyelim, mali disipline önem verelim ve AB sürecinde kararlı olalım diyenlerin de herkesi aptal yerine koyma tavrından vazgeçirilmesi önemli. Bu açmazı yaratan yaklaşımlar kendi üretip beslediği sorunlar yumağını çözemez... Kendisi için istediğini başkalarına çok görenler demokrat ve inançlı olamaz.

--------

Bana “Yazıklar olsun!” yigit bulut

Bir yazarın yazdıkları “ne kadar” önemli ve değerlidir? Karşısındakilerin “anlayabildiği kadar.”

Siz, “dünyanın en gizli belgelerini ortaya çıkarın, en stratejik yorumlarını yapın”, anlattıklarınız “karşınızda sizi dinleyenin” algılaması ile sınırlıdır.

Bunları neden yazdım?

Hemen arz edeyim son günlerde kamuoyu o kadar hassas ve hepimiz o kadar “karışık” bir algılama içindeyiz ki ne yazarsam yazayım, birkaç okuyucumdan aksini algılayıp sonuca vararak beni yargıladıkları yönünde “Bu da şaka” dedirtecek mesajlar alıyorum.

İşte en güncel örnek. Hatırlarsanız Cuma günü “biat medyasına katkım” diyerek Deniz Feneri olayını komplo teorileri ile harmanlamış ve “herşeye kılıf bulmaya çalışanlarla” tabiri caiz ise “dalga geçmeyi” denemiştim! Ama gördüm ki okuyucularımız benim her yazdığımı fazla ciddiye alıyor ve “ironi” yaptığımı dahi sorgulamadan “Doğrudur” diyerek, yargıya varıyor.

Bu yazı sonrası bir okuyucumdan gelen ve arkasından “Helal olsun” dediğim mesajı aynen aktarıyorum:

“...Deniz Feneri olayı düzmece öyle mi? Yazıklar olsun sana. Biz de seni adam sanmıştık. Onlara katkı yapacak kadar yanlarına çekebildilerse seni helal olsun onlara. Patlayıncaya kadar, çatlayıncaya kadar yiyip içsinler... Zavallı Türkiye’m aklı başında zannettiğimiz bir aydınını (?) kaybetti demek. Eh, madem öyle bu yolda devam et. Dönme bir daha bizim aramıza. Fehmi Koru ağabeyin de sana bir kıyak yapmak için aracı olur elbet. Sen de malum saflarda yolunu bulur, köşeyi dönersin hayırlısıyla... Son bir not: her kitap doğruyu mu yazar? Hele romanlar, hayal mahsulü değil midir? Ne kadar inanılır, ne kadar güvenilir. Tabii bir de yazdıranın amacı ve şeceresi de düşünülmeli, ne dersin?...”

“Ben ne diyorum”, bu mesajı yazan sevgili dostum ne diyor!

Bu noktada sizlere de sorarak veda etmek istiyorum “Biat medyasına katkımdır” diyerek, “Deniz Feneri olayını da abuk subuk bir şekilde aklileştirin” diyerek örneklerle “tam bir ironi” denemesi yaptığım bu yazıdan sizler de yukarıdaki “mesajı mı” aldınız? Eğer öyleyse bana yazın ben de bu işi bırakayım!

Sonuç: Biat medyasına yeniden sesleniyorum Cuma günü çıkan yazımı mutlaka okuyun ve verdiğim ipuçlarından yola çıkarak “Deniz Feneri’ni” gölgelemeyi deneyin! Göreceksiniz çok yol alacaksınız!

Hiç yorum yok:

marx bize gülümsüyor

Leman 883

KARACA EMLAK GAYRİMENKUL HİZMETLERİ

kelepirx emlak acil satılık emlak ilanları,konut,işyeri,ücretsiz danışmanlık !!!emlax

TEKNİKANALİZ HALİL RENCBER

 
META Tag Generator