"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatidir. "

bush ve ayakkabı

28 Aralık 2008 Pazar

YILIN FOGRAFLARI











Horozlar niçin sabahları erkenden öterler?

sAbah güneş doğarken ötmek yalnız horozlara özgü değildir. Kulağa en çokhorozun sesinin gelmesi, onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasıdır. Kuşların büyük çoğunluğuda aynı saatlerde ağaçlarda koro halinde öterler. Gün boyu hem horozlar hem kuşlar bu ötüşü sürdürürlerama seslerinin en güçlü çıktığı zaman sabah saatleridir. Horoz ve kuşların sabah gündoğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır .

Bir hafta niçin 7 gündür?

Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısı nın 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.

18 Aralık 2008 Perşembe

YİGİT BULUT KRİZ YORUM



Yiğit Bulut
Son verilerle dibe uzaklık tablosu

2001 krizi bize bir şey gösterdi, zirveden en uzak İMKB-30 hisseleri, krizden çıkış döneminde en hızlı tepkileri verdi. Daha değişik bir ifadeyle, aşırı satılmış hisseler çok daha hızlı toparlandı.

Değerli dostlar, daha önce sizlerden gelen istek üzerine özellikle hisse seçiminde "kriter olması adına" teknik bir çalışmamı sizlere aktarmış ve İMKB-30 şirketlerinin "zirve ve diplerine olan" uzaklıklarını yüzdesel olarak tartışmıştık. Sizlerden son günlerde bu tablonun güncellenmesine dair gelen istekler üzerine tabloyu yeniden yayınlıyorum. Bir not da düşmem gerekli. Eski tablo 500 günlük bir zaman dilimi içinde geriye gidiyordu, bu tablo 800 gün geriye giden bir dilim içinde yapıldı.

Çok düşen hızlı çıktı
Peki bu tablo'yu nasıl okuyacağız? Piyasalar ile nasıl "korele" edeceğiz? Veya hangi hisseyi almalı! Dow Jones (DOW) 8.500 seviyesinin üstünde, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 25.000 puanın üstünde kalabilecek mi? "Hangi hisse alınır" sorusuna "yatırım danışmanlığına" girdiği için, doğrudan cevap veremem. Ama eldeki reel verilerle bazı çıkarımlar yapabiliriz. Örnek: Yukarıda gördüğünüz hisselerin tamamı İMKB-30 hisseleri ve gördükleri zirveye ne kadar uzak oldukları gün ve yüzde olarak belirtilmiş. Bu tablo neden önemli derseniz? 2001 krizi bize birşey gösterdi, zirveden "en uzak İMKB-30" hisseleri, krizden çıkış döneminde "en hızlı" tepkileri verdiler. Daha değişik bir ifadeyle, "aşırı satılmış" hisseler "çok daha hızlı toparlandı".

Temel verilere de dikkat
Tablo nasıl yorumlanabilir? Örnekleyelim: Tofaş'ın gördüğü zirveye uzaklığı % X. Daha farlı bir ifadeyle; gördüğü zirveye göre yüzde X oranında değer kaybetmiş. Burada bir not düşelim, bu analizi yaparken ve kullanırken "temel verileri de kullanmak" gerekiyor. Evet, hisse çok değer kaybetmiş ama "piyasa değerini dünya devlerinin düşen devleri" ile kıyaslamak ve sektörün geleceğine de bakmak gerekli.
Sonuç 1: Bu yazdıklarım "alınır" anlamında değil. Sadece size çalışmalarınızda bazı kriterleri tanımlamada yardım etmeye çalışıyorum. Örneklemeye devam edelim ve bir kriter daha ekleyelim. Doğan Yayın Holding gördüğü zirveye göre yüzde XX değer kaybetmiş. Burada bir kriter daha ekleyelim gördüğü "yıllık en düşük.".
Sonuç 2: Piyasalar düzelirken "kriter tanımlamada" gördüğü en düşük ayrıntısı eklemekte de yarar var.

FED'in kararı belirleyici
Son söz: Genel trend içinde "aşırı düşen" hisseler, dünya genelinde bulundukları sektörde "aşırı bir olumsuzluk" yok ise; trend tersine döndüğünde çok daha hızlı tepki verebilirler. Bu sadece bir bakış açısı. Kullanmak isteyenlere "tanımlamak" istedim.
Not: DOW, biz bayramdeyken 8.500 seviyesini geçti ve 8.500'ün üstünde kapanış yaptı. Kullandığımız denkleme göre DOW'un 8.500'ü geçtiği bir yapıda İMKB'nin de 25 binin üstünde kapanış yapmayı denemesi gerekli. DOW, ABD Merkez Bankası (FED) kararı sonrası da 8.500'ün üstünde kalmaya devam edebilirse İMKB'de 25 binin üstünde "ikinci kapanışı" sorgulayacağız! FED kararı bu gece Türkiye saati ile 21'den sonra açıklanacak. O açıklama sonrası DOW'un seyrini takip etmekte yarar var.


İMKB-30 şirketlerinin 800 günde dipten-zirveden uzaklıkları
Hisse
Dibe uzaklık (%)
Gün
Zirveye uzaklık (%)
Gün
Zirve/Dip
Doğan Yayın
10,17
13
-89,84
760
10,84
Hürriyet
12,07
24
-84,43
678
7,20
GSD Holding
60,00
25
-72,60
130
5,84
Tofaş
9,57
24
-77,21
131
4,81
Erdemir
47,03
798
-62,78
168
3,95
Garanti Bankası
33,33
25
-66,04
410
3,93
Kardemir D
17,95
24
-68,71
433
3,77
Arçelik
28,99
24
-65,10
187
3,70
Bagfaş
20,59
25
-65,45
179
3,49
Şekerbank
15,29
25
-66,21
131
3,41
Doğan Holding
7,29
59
-68,17
780
3,37
Bank Asya
13,73
25
-65,88
189
3,33
Aksigorta
34,55
25
-59,64
129
3,33
Tekfen Holding
7,33
13
-67,64
182
3,32
Tüpraş
30,77
25
-60,00
215
3,27
Akbank
22,09
24
-60,91
410
3,12
İş Bankası C
34,00
25
-51,73
427
2,78
TEB
27,87
25
-51,25
131
2,62
Vakıfbank
11,88
25
-56,87
133
2,59
Sabancı Holding
14,52
25
-54,92
132
2,54
Halkbank
27,85
25
-49,50
137
2,53
İş GMYO
20,75
49
-49,21
119
2,38
Yapı Kredi Bankası
35,56
49
-36,01
119
2,12
Şişecam
17,65
25
-42,86
132
2,06
TSKB
26,98
49
-37,98
119
2,05
Petkim
41,57
49
-29,32
187
2,00
Koç Holding
26,77
25
-36,29
82
1,99
THY
28,65
49
-32,48
131
1,91
Türk Telekom
9,52
25
-31,20
214
1,59
Turkcell
32,31
167
-8,02
137
1,44
2001 krizi bize bir şey gösterdi, zirveden en uzak İMKB-30 hisseleri, krizden çıkış döneminde en hızlı tepkileri verdi. Daha değişik bir ifadeyle, aşı...

LEMAN KAPAK ARALIK

LEMAN KAPAK

23 Kasım 2008 Pazar

can ataklı pazar fıkraları

Güldüren Pazar fıkraları

Jack ve arkadaşı Bob, kayak yapmaya gitmişler. Birkaç saat yol aldıktan sonra korkunç bir kar fırtınasına yakalanmışlar. Yakındaki bir çiftlik evine arabalarını çekmişler ve evin çekici ama yaşı biraz geçmiş hanımından geceyi orada geçirmek için izin istemişler.

“Dul bir kadınım ben” diye açıklamış kadın, “Eğer evimde kalmanıza izin verirsem komşular dedikodu yaparlar.”

“Endişelenmeyin” demiş Jack, “Ahırda da rahat edebiliriz.”

Bir yıl sonra Jack, dulun avukatından bir mektup almış. Arkadaşı Bob’u çağırarak sormuş: “Bob, şu çiftliğinde kaldığımız çekici dul kadını hatırlıyor musun?”

Bob, “Evet, hatırlıyorum” deyince tekrar sormuş: “O gece geç vakit eve gidip, o kadınla yattın mı?”

Bob biraz utanarak “İtiraf etmeliyim ki bunu yaptım.” Jack tekrar sormuş, “Ona kendi adın yerine benimkini verdin mi peki?” Bob yüzü kızararak cevap vermiş: “Evet, korkarım öyle yaptım.” Jack rahatlamış bir ifadeyle son sözü söylemiş: “Sana çok teşekkür borçluyum dostum. Kadın ölmüş ve çiftliğini de bana bırakmış.”

Düelloya davet

Adamın biri işten eve gelmiş bir bakmış, karısı başka bir adamla yatakta. Hemen tabancasını almış ve öteki adama, “Madem karımı istiyorsun onu benden erkek gibi al. Seni düelloya davet ediyorum” demiş.

Öteki adam bunu kabul etmiş, ikisi birlikte yandaki odaya girmişler kapıyı kapatmışlar. Sonra kadının kocası öteki adama fısıldamış: “Aslında kimsenin canının yanmasına gerek yok, ikimizde havaya ateş edelim sonra ölmüş gibi yere yatalım, karım ilk önce hangimizin yanına koşarsa en çok sevdiği odur.”

Böylece ikisi havaya bir el ateş edip hemen kendilerini yere atmışlar. Kadın silah sesini duyar duymaz koşarak içeri girmiş... Yere yatan iki adama bakmış ve bağırmış: “Hayatım çıkabilirsin, ikisi de öldü!”

Evlenmeye karar verdim

Genç adam heyecanla eve gelmiş annesinin yanına giderek: “Anneciğim, evlenmeye karar verdim ve hayalimdeki kadını buldum. Ancak senin de aynı fikirde olup olmayacağını merak ediyorum. Eğlence olsun diye yarın sana üç tane hanım arkadaşımı getireceğim. Bakalım hangisi ile evleneceğimi bulabilecek misin?”

Anne merakla kabul etmiş. Ertesi gün, genç adam yanında üç tane güzel hanımla eve gelmiş. Hep beraber oturmuşlar, sohbet etmişler. Anne çay, pasta servisi yaparken, sorular soruyormuş. Akşam olunca hanımlar izin isteyip, kalkmışlar. Genç, annesine dönerek, “Tahmin et bakalım. Hangisiyle evleneceğim?” diye sormuş.

Anne, büyük bir kararlılıkla, “Kızıl saçlı olanla evleneceksin” demiş. Adam çok şaşırmış. “Nasıl tahmin ettin? Tam isabet” deyince anne cevabı yapıştırmış: “İçlerinden bir tek onu sevmedim de.”

yigit bulut bugun ne yazdı..?leman son hafta kapak

Türkiye’yi ‘bölüyorlar’ biz bakıyoruz! Ekonomik kriz var... Sadece cebimiz mi etkileniyor? Yaşarken fark etmiyoruz ama “kabullenme” katsayımız artıyor! 2001’i hatırlayın! Kriz öncesi neleri tartışırdık, kriz sonrası “neleri” kabul eder hale geldik! Hatta o kadar “uysal ve sorgulamaz” olduk ki Derviş “isimli” biri “muhtar dahi seçilmeden” süper yetkilerle bakan oluverdi.

Sadece bizler mi “sustuk”? Yüzde 55’in üzerinde oy alan üç partili koalisyon bile “sesini” çıkaramadı! Sadece krizi konuştuk, acı çektik, aç kaldık kabullenme katsayımız arttı! Avrupa Birliği bastırdı, 15 günde 15 yasa... Sonrasında başka düzenlemeler... Sonunda “laik-üniter” yapımıza su kattılar. Avrupa Birliği “Ne der?” diye 2001 krizi ve sonrasında “Hava Kuvvetlerimiz” teröristlere karşı “uçakları” kullanamadı! Her şeyimizle oynadılar, her şeyi kabul ettirdiler!

Bugün de aynı oyun farklı “alanlarda” artarak devam ediyor. Yaşadıklarımızın tek bir adı var Türkiye’yi “her anlamda” ve en kötüsü “fiziki” olarak bölüyorlar! Ülkenin “bir bölümünde kalkışma provası” var, bizler farkında değiliz kriz var!

Peki halkımız neden tepkisiz? Cevabı ben değil, bir “okurum” veriyor. Bakın neler yazmış:

“... Halkımızın dayanma gücü de kalmadı. 400 YTL asgari ücret alan bir insan sizce düşünebilir mi? Kaç kişi asgari ücretle çalışıyor? Ailece hesaplansın... İşe gidiş 1 saat.. Dönüş 1.5 saat... (Bekleme süresi var, az sayıda verdikleri otobüsler ve trafik var, itiş kakış var...)

Gün içerisinde yaptığı işi düşünün. Bu insan eve gidince sizce ne yapar?

Okuyabilir mi? Bilgi sahibi olmadan nasıl değerlendirsin olayları objektif bir şekilde. Ne olacak? Dedikodu onu da içine alıp, gönderenin tutsağı yapacak. 100 YTL yol, 100 YTL sigara (Bu streste bırakmak mümkün mü?)... Ev kirası asgari 350-400 YTL

Mutfak masrafları asgari 400-500 YTL... Aidat, telefon, elektrik, doğalgaz, çocukların masrafları vs...

Giyim kuşam, derken... Yardıma bağımlı hale gelmiş bu insanlar yardıma hayır der mi? Kimin eli kimin cebinde olur. Ahlak kalmaz... Önünden gidenin arkasında gitmez mi?

Boş olan beyinleri bilgi bakımından söylüyorum... 3-5 cümleyle subjektif hale getirilmez mi? Ondan sonra kime neyi anlatıp da, değerlerimize sahip çıkalım diyeceğiz... Bu insanlar değerlerinin ne olduğunu bile unutmuşlar... Yani OLAY bitmiş... Formalite yazılar, konuşmalar ve hayat... Zaman hızla geçip gidiyor. Aç gözlü insanlar daha çok kazanmanın peşindeler... Bana yazar mısınız? Biz bu hale nasıl geldik?”

Böyle diyor İlker Tandoğan... Ben daha ne diyeyim? 2001 krizinden bugüne “artan kabullenme” katsayımız ve elimizin altından “her anlamda” kayan güzel ülkemiz! Soros çocukları büyük iş yaptılar!

Ama unutmasınlar henüz her şey bitmedi!

sükrü kızılot bugun ne yazdı

Tanrı ve insan

"TANRI, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar."

Giordano Bruno

İtalyan filozof, gökbilimci,

1548-1600
************
Mobilyacı Temel

TEMEL’in çok büyük bir mobilya mağazası varmış. Bir gün bayi toplantısı için Rusya’ya gitmiş. Otelin resepsiyonunda çok güzel bir Rus kızı ile tanışmış.

İkisi de birbirlerinin lisanını bilmedikleri için Temel defter ve kalem almış, bir taksi resmi çizmiş deftere. Kız gülümsemiş, başını sallamış. Bir taksi tutup şehri birlikte gezmişler. Daha sonra Temel, bir restoran ve bir masa çizmiş deftere. Kız tekrar gülmüş, başını sallamış ve güzel bir restorana akşam yemeğine gitmişler, şampanya içip havyar yemişler, dans etmişler.

Vakit hayli geç olunca kız eline kalemi almış deftere 2 kişilik bir yatak çizip gülümseyerek Temel’e vermiş.

Temel afallamış kalmış. Sonra da kızı bırakıp oteline dönmüş. Temel, onun mobilya işinde çalıştığını kızın nasıl anladığını hálá çözememiş, düşünüp duruyormuş..

Eşi kaybolunca

ADAM bir hipermarkette, alışveriş eden çok güzel bir kadına yaklaşır;

Afedersiniz, benimle biraz konuşur musunuz? Karımı kaybettim de onu bulmalıyım!..

Kadın sorar:

Karınızı kaybetmenizle, benimle konuşmanız arasında ne ilişki var?

Adam izah eder;

Ne zaman güzel bir kadınla konuşsam, mutlaka bir yerlerden çıkar gelir... Ahan da... Geliyor işte... Teşekkürler...

******************
Düşünme farkı

KADINLAR yüksek sesle düşünmeyi seviyor, erkeklerse "içinden" sessiz konuşmayı tercih ediyormuş. Bu nedenle de kadınlar erkekleri "duygusuz" görürken, erkekler kadınların "sürekli kafa ütülediğini" düşünüyor.

Günün Sözü

Mürettebat farklı yönlere kürek çekiyorsa, kaptanın limanı görmesi hiçbir işe yaramaz.

J. Q. ADAMS

yılmaz özdil bugun ne yazdı

İmralı


"İçerde" psikolojisi bozulan Abdullah Öcalan’a, 6 arkadaş gönderiliyormuş...

*

"Dışarda"
psikolojisi normal miydi?

*

Hadi hepsini anladık diyelim...

Niye 6?

*

Tavla oynamayı özledi desek, 1 kişi yeter... Okey oynayacaklar desek, 3 kişi neyine yetmiyor? 4’erli Japon kale maç yapacaklar herhalde diye düşünsek, 6+Apo, 7 eder, olmaz... Eksik takıma bi üsteğmen filan sokmaya kalksan, maazallah faul maul yapar, bu sefer "işkence bu" diye ayağa kalkarlar...

Niye 6?

*

Dün sorduk bunu Adalet Bakanı’na...

"Oraya çok masraf yapıyoruz; tek mahkûma lüks kaçıyor" dedi...

E madem maliyeti düşürmeye çalışıyoruz, o zaman 66 mahkûm gönderin, daha ucuza gelmez mi?

*

Özetle...

Böylesine gayriciddi ülkede, iki saniye ciddi olmaya gayret edersek, tablo şudur:

400 milyar dolar borç.

Gırtlağa kadar girmişsin.

Malı mülkü satmışsın.

10 milyon işsiz.

20 milyon yoksul.

Egemenlik Brüksel’in.

Merkez Bankamda kapı gibi 70 milyar dolar var diye hava atıyorsun, IMF’ye el açmışsın, 20 milyar dolar dileniyorsun.

*

Bu şartlarda...

Kendi kendine karar alamazsın.

*

Onun için yatın kalkın dua edin, AB’nin ve ABD’nin tek isteği bu olsun... Fasıl heyeti gönderin derse, göndereceksin.

Bırakın derse, bırakacaksın.

Haslet Soyöz bugun ne çizdi




Haslet Soyöz

16 Kasım 2008 Pazar

METİN MÜNİR BUGUN NE YAZDI..

T’ang devrinde insanlar doğayla ve yabani hayvanlarla iç içeydiler. Bir yerden bir yere giderken kaplanlardan sakınmaları gerekiyordu. Nehirlerde su, aksettirdiği ay ışığı gibi temiz ve parlaktı. Elektriksiz geceler ay ve yıldızları insanlara yaklaştırıyordu. Ten ile soğuk arasında kalorifer yoktu. Savaş ve sürgünler, tehlikeli ve yavaş yolculuklar, gidip de gelmemeler, güneş doğmaya başlarken görülen rüyalar, ayın tepelere vuran “beyaz şafağı,” göl kenarları vardı. Neredeyse tamamını anladığım bir şiir karşıma çıkınca seviniyorum. T’ang şairlerinin en büyüğü olarak addedilen Tu Fu’nin (712-70) Geceyi Karargâhta Geçiriyorum adlı şiiri bu.

Hasat zamanı açık bir gece.
Karargâhın avlusunda
Wu-tung ağaçları üşüyor.
Nehrin kıyısındaki kentte
Tek başıma uyanıyorum
Titrek mum ışığında.
Gece boyu çalan borular
Düşüncelerimi tedirgin ediyor.
Gökyüzü ayın görkemiyle yıkanmakta
Ama bakan kim?
Toz kasırgaları, yazamıyorum.
Hudut geçidinde bekçi yok.
Yolculuk etmek tehlikeli.
On yıldır yollarda,
İçim hüzün dolu.
İnce bir dala tünemiş kuş misali
Birkaç dakika huzur bulduğum için
Şükrediyorum.

MELİH ASIK BUGUN NE YAZDI

Fransız düşünürü Voltaire de böyle yaşamayı seven bir adamdı...
‘O kadar mutluyum ki, utanıyorum’ derdi..


ercaN AKYOL

Melih AşıkAçık PencereEn zor 6 ay..16 Kasım Pazar 2008

Atatürk’e yakın isimlerden, yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir gün O’na kendisini en yalnız ve çaresiz hissettiği dönemi sorar... Ne çocukluk günleri, ne savaşlar... Atatürk, en zor dönem olarak, “işgal altındaki İstanbul’da kapı kapı dolaşarak insanları milli mücadeleye ikna etmeye çalıştığı” günleri anlatır. İşgal İstanbul’unda esaretten kurtulmak için başkaldırmaya niyetli o kadar az kişi vardır ki...
Eski milletvekili ve bakan Alev Coşkun, işte bu dönemi hayli kapsamlı bir kitap yapmış...
“Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay” adlı kitap Cumhuriyet Yayınları’ndan çıktı...
Kitaptaki çarpıcı öykülerden birinin kahramanı da yazar Refi Cevad Ulunay... Padişah yanlısı gazeteci Refi Cevat Ulunay, Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden ilk basın mensubudur. Ulunay, 4 Şubat 1919 tarihinde yaptığı röportajdan gazeteye döndüğünde, arkadaşları ne konuştuklarını soruyor...
Ulunay, “Şu sıralarda Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransız’ı da, İngiliz’i de, İtalyan’ı da memleketten kovulur, vatan istiklaline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş. Anladınız mı arkadaşlar. Bu adam deli değil, zırdeliymiş” diyor Atatürk için...
Yıllar sonra, Ulunay’a yanıldığı için pişman olup olmadığı soruluyor...
Ulunay’ın yanıtı:
- Hayır, ben haklıydım, herkes benim gibi düşünüyordu. O günlerde öyle düşünen tek adam oydu...

Ekonomistlere göre, Türkiye kriz paketi hazırlamakta gecikiyormuş.
Eee bu işler erzak paketi hazırlamak kadar kolay değil tabii...
Haldun Ertem

çetin altan bugun ne yazdı


Vaktiyle cimri mi cimri bir adam varmış. İkinci bir boğazı daha besleyerek evin masrafı artmasın diye de, bir türlü evlenemiyormuş.
* * *
Mahallede, adamın cimriliğini ve neden evlenemediğini bilen genç bir kız; adam kapılarının önünden geçerken, başlamış elini pencereden dışarı uzatıp, bir avuç havayı ağzına götürerek yiyormuş gibi yapmaya.
* * *
Sonunda adamın dikkatini çekmiş bir avuç havayla karnını doyurmaya çalışan kız.
Tanıdığı yaşlıca bir hanımı, kız ve kızın ailesiyle konuşmaya göndermiş.
Ve yaşlıca hanımın getirdiği haberlerden de öğrenmiş ki, elini pencereden dışarı uzatıp bir avuç havayla karnını doyurmaya çalışan kız, ete ekmeğe hiç muhtaç değil; her zaman karnını havayla doyurabiliyor.
* * *
Cimri mi cimri adam, ikinci bir boğazı beslemek zorunda kalmayacağına inanarak, evlenmeye karar vermiş o kızla ve evlenmişler.
* * *
Zifaf gecesi sabahı, taze gelin şöyle bir liste uzatmış cimri mi cimri kocasına: “10 yumurta, 5 kg. yağ, 5 kg. pirinç, 5 kg. un, 5 kg. mercimek, 5 kg. patates, hepsinden birer kilo domates, soğan, üzüm, şeftali, kayısı...
1 karpuzla, 1 de kavun alırsan çok daha iyi olur. Öpücükler...”
* * *
Cimri mi cimri koca, listeye bir göz atınca şaşırmış; evlendiği kıza dönmüş hemen:
- Hani, demiş; sen sadece havayla doyuyordun?
Kendisiyle ilk geceyi geçirmiş olan eşi:
- O, demiş; henüz daha bakireykendi. Şimdi artık ne kadar hava yutsam, karnımda durmaz, kaçar aşağıdan.****
----------------------
Bir davada yaşlı bir kadını, tanıklık etmesi için çıkarmışlar mahkemedeki özel kürsüye.
Davalının avukatı, yaşlı kadına yaklaşmış:
- Sayın Bayan, demiş; beni tanıyor musunuz?
* * *
Tanık olarak özel kürsüye davet edilmiş olan yaşlı kadın, avukata:
- Seni mi, demiş; seni ta çocukluğundan beri tanıyorum. Sen o zaman da ailen için tam bir baş belasıydın. Ondan sonra da ne eşini komşunla aldatmadığın kaldı, ne arkasından çekiştirmediğin bir dostun. 2 dolar fazla kazanmak için ananı da satarsın sen, babanı da...
* * *
Başta davalının avukatı, mahkeme salonundaki bütün izleyiciler şok olmuşlar.
Avukat, yüzü sarara morara tekrar sormuş yaşlı kadına:
- Peki Sayın Bayan, karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?
* * *
Tanık kürsüsündeki yaşlı kadın:
- Elbet de tanıyorum, demiş; çocukluğunda ona dadılık etmiştim ben. Tembel, ödlek, alkolik, aşağılık serserinin biridir. Eli sıkılacak bir herif değildir. Hâlâ daha geceleri altına kaçırdığı söyleniyor, tıpkı kendisine dadılık yaptığım günlerdeki gibi.
* * *
Büsbütün şoka giren salonu bir uğultu kaplamış.
Yargıç, elindeki tahta çekiciyle tak tak tak vurarak salonu susturduktan sonra, her iki tarafın da avukatını yargıç kürsüsünün dibine çağırıp, eğilmelerini söylemiş ve kulaklarına:
- Burayı bakın, demiş; şayet o yaşlı kadına beni de tanıyıp tanımadığını sorarsanız, ikinizi de hem yakar, hem harcarım.
***********************

10 Kasım 2008 Pazartesi

Ata'dan Stalin'e sert cevap


ANKA
Prof. Dr. Sadık Tural, Sovyetler Birliği’nin gizli arşivinden alınmış bir belgeyi açıkladı. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nca düzenlenen “10 Kasım Atatürk'ü Anma Töreni”yle, ölümünün 70. yılında bir kez daha anıldı. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural burada yaptığı konuşmada, Atatürk ve Stalin’in arasında yaşanan bir olaya ilişkin Sovyetler Birliği’nin gizli arşivinden alınmış bir belgeyi açıkladı. Olayın, Atatürk’ün 1936 yılında Ankara’da Rus Büyükelçiliğinin verdiği bir resepsiyona gitmesiyle yaşandığını belirten Tural, Atatürk’ün resepsiyona gece saat 01.30’da, şahsi dostları ve manevi kızlarıyla ve zeybek çaldırmak üzere yanında getirdiği müzisyenlerle gittiğinin bilindiğini söyledi. Bundan sonraki olayların 1952 yılında bir İstanbul gazetesinde yayınlananlardan farklı olduğunu, kendisindeki belgenin Sovyetler Birliği’nin gizli arşivinden alındığını ve Stalin’in kendi imzası ve yazıları olduğunu ifade eden Tural, olayı şöyle aktardı: “Buna göre, Gazi Paşa, Rusya Büyükelçiliğine bir soru soruyor. ‘Cumhuriyet Bayramımız dolayısıyla sizin lideriniz beni niçin kutlamadı?’ O zamanın Büyükelçisi Karahan, Cumhurbaşkanları Kalinin kendilerini kutladığını söylüyor. Atatürk’ün cevabı müthiş; ‘Sizin Cumhurbaşkanınız, aynı zamanda önderiniz midir?’ Cevap, ‘Hayır’. Atatürk soruyor; ‘Önderiniz kim?’ Cevap; ‘Stalin’. Atatürk; ‘Öyleyse, o beni kutlayacak. Ben ülkemin hem Cumhurbaşkanı, hem önderiyim. Kalinin değil, bana kutlama mesajını Stalin göndersin’ diyor. Büyükelçi Karahan, Atatürk’ün Stalin’i doğrudan aramasını isteyerek, bu işe karışmak istemediğini söylüyor. Atatürk de bunun üzerine: ‘Niçin ben ilk adımı atayım’ dedikten sonra, tarihi cümleler geliyor: ‘Ben bunu ancak eşit şartlarda yapabilirim. Eğer beni kabul ettiklerini hissediyorsam yapabilirim. Başka türlü işlerine evet diyemem. Sizin biliyorum, güçlü ve mekanize edilmiş büyük ordunuz var ve ondan korkmuyorum, sizlerden korkmuyorum. Benim arkamda 18 milyon halkım var. Benim emretmem yeterlidir. Halkım arkamdan nereye isterse gelir. Ben çok zarar verebilirim, elbette bunu hiçbir zaman yapmam, çünkü benim sözüm, benim dostluğum gibi kutsaldır.’” Atatürk ile Büyükelçi’nin bu diyalogu “çok gizli” damgası ve “Stalin ile Molotov tarafından okunması” notu ile eklenerek Stalin’e sunulduğunu belirten Tural, Stalin’in Atatürk’ün sözlerini okuduktan sonra, “Dostumuz, Atatürk’ün sözleri ilgiyle, dikkatle okunsun” dediğini kaydetti. Tural, “O tarihlerde dünyanın yüreğini hoplatan Stalin’in Atatürk konusunda daima dikkatli olduğu, Atatürk ölünceye kadar Türkiye aleyhine hiçbir şeyi açıktan söylemediği gerekçesini, buradan aldığı hususunu arz ediyorum” diye konuştu. -“BOŞ KONUŞMALARIN NEDENİ ZİHNİYET ZAYIFLIĞI"- Devlet Bakanı Mehmet Aydın ise konuşmasında, Atatürk’ün insanı güç anlayışı üzerinde durdu. toplum olarak bugün karşı karşıya olunan durumun, belgesiz, bilgisiz iddiaların, boş denebilecek konuşmaların, tutarlığı, evrenleştirme kabiliyeti olmayan argümanların temelinde bilimsel zihniyetin zayıflığının yattığını söyleyen Devlet Bakanı Aydın, “Söz konusu zayıflık bilimsel ve toplumsal hayatımızın her yönünü, son derece olumsuz şekilde etkilemekte, zaman zaman toplumsal gerginliklere kapı açmaktadır” dedi. Burada Atatürk’ün “Fikri güç” anlayışının önem kazandığını belirten Aydın, ikinci olarak da bireyin gelişmesindeki asli rolün “irade gücüdür” olduğunu ifade etti. Aydın, bu istikamette ilerleyecek bir bireyin önüne çıkabilecek en büyük engelin Atatürk’ün ifadesiyle “zayıf kalpli, zayıf muhakemeli, zayıf iradeleri insanların tedbir adı altında görecekleri engellemeler” olduğunu söyledi. Aydın, “Atatürk’e göre, her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine has siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icapları yapmak veya yapmamak hak hürriyetine maliktir. Kimsenin hiç birine, vicdanına hakim olunamaz, Vicdan hürriyeti mutlak ve tecavüz edilemez” diye konuştu. Bu ifadeleri destek alarak son insani gücün içtimai kuvvetleri olduğunu belirten Aydın, “İçtimai kuvvetlerin görevi ise toplumsal inşa gücünü devreye sokmak, ortak akla ve iradeye ulaşmanın imkanlarıyla yola koyulmaktır” şeklinde konuştu.

9 Kasım 2008 Pazar

Atatürk ve Matematik

Atatürk & Matematik
ATATÜRK’ÜN GEOMETRİ KİTABIDr. M. Cemil UĞURLU’ nun Bilim Teknik Dergisi’ndeki yazısından alıntı.
Bugün kullandigimiz “Matematik Terimleri”nin büyük bir çogunu Atatürk dilimize kazandirmis ve icat etmistir.Ilkokullar da ögretildigi gibi Atatürk’ün ögretim hayatinda matematik dersiyle arasinin çok iyi oldugu, hatta matematik dersindeki üstün basarisindan dolay matematik ögretmeni tarafindan Kemal adinin verildigini biliriz. Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüstiyesindeyken, matematik ögretmeni yüzbasi Mustafa efendi sinifa gelmediginde de onun yerine birçok kez bu dersi vermistir(2).Atatürk, ölümünden yaklasik birbuçuk yil öncesine degin matematikle ne ölçüde ugrastigini bilmiyoruz. Bu konuda, Türk Dil Kurum Basuzmani A.Dilaçar’in 10.11.1971 tarihli bir yazisi(1) çok ilginç bilgiler vermektedir. Bu yazidan ögrendigimize göre,“Atatürk ölümünden birbuçuk yil kadar önce, üçüncü Türk Dil Kurultayindan (24-31 Agustos 1936) hemen sonra 1936-1937 yili kis aylarinda kendi eliyle Geometri adli bir kitap yazmistir”.
Atatürk, bunu, birtakim Fransizca geometri kitaplarini okuduktan sonra hazirlamis ve yapit ilk kez 1937 yilinda “Geometri ögretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kilavuz olarak Kültür Bakanliginca yayinlanmistir”(3). Bu 44 sayfalik yapittaki boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yariçap, kesek kesit, yay, çember, teget, açi, açiortay, içters açi, disters açi, taban, egik, kirik, çekül, yatay, düsey, yöndes, konum, üçgen, dörtgen, besgen, kösegen, eskenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, arti, eksi, çarp, bölü, esit, toplam, oran, oranti, türev, alan, varsayi, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafindan türetilmistir (3).Yapittaki tanimlarin tümünü Atatürk yazmistir. Her tanim, ilgi kavrami tüm ögeleriyle eksiksiz ve açik biçimde anlatmakta, özel ve temelli nitelikleri içermektedir. Gerekli ve yeterli örnekler de verilmistir. Taninmis bilim tarihçisi Ord. Prof. Dr. Aydin Sayili, tam bir yetkiyle, bu Geometri kitabini, “küçük fakat anitsal bir yapit” diye nitelendirmistir(4).Atatürk, yasaminin önemli bir kesimini tarihin en büyük savaslarindan birinin içinde, ulusal ve evrensel sorumluluklar yüklenerek geçirdikten yillarca sonra, düzenli bir mantik ve bilgi disiplini kesinlikle gerektiren matematik alaninda, yeni türettigi terimlerle böylesine özlü bir yapiti yazmakla, dil ve matematikteki üstün yetenegini kanitlamistir. Atatürk’ün yasaminda çok belirgin bir örnegini izledigimiz gibi, aslinda dil ile matematiksel kültür arasinda siki baginti vardir. Atatürk’ün dehasinda, dil ve matematik gibi aklin degisik disiplinleri birbirini karsilikli olarak hep olumlu yönde etkilemis ve gelistirmistir. Atatürk, “Fen terimleri o suretle yapilmali ki anlamlari ancak istenilen seyi ifade edebilsin”(5) demis ve bunu, Osmanlica çok sayida terimin yerine öz Türkçe karsiliklarini türetirken üstün bir basariyla gerçeklestirmistir.Atatürk’ü, “Geometri” adli yapitini yazmaya zorlayan nedenleri, O’nun dil çalismalarini yakindan izlemek olanagini bulabilen taninmis dil uzmani A. Dilaçar söyle açikliyor:"... Atatürk hep matematikle ugrasirdi. Eski geometri terimleri çok agdali idi. Gen bile, uzun uzun bu terimleri okudugum halde, simdikiler Imisisinda güçlügünü daha iyi anliyorum. Pedagojide bir gerçek var: Fikir yolunun açik olmasi, bir ip ucunun bulunmasi lazimdir. Yoksa bir külçe gibi çöker. Müselles kelimesini ele alalim. Arapça okullarimizdan kaldirilmistir. Sülüs'ten müstak (türetilmis) bir kelime oldugunu ögrenin nasil bilsin? Arapça sogurucu bir dildir. Örnegin "müstesrik" "sark" kelimesinden gelmis bir kelimedir. Önüne, ortasina, arkasina birtakim heceler eklenmis. Bunun aslini bulmak bir Arapça gramer meselesidir, Okullarimizdan Arapça, Farsça kaldirilmis oldugundan, ögren id "müselles"i küde kelime olarak karsisinda görecektir. "Uç" aklina gelmeyecektir. Ama müselles yerine "üçgen" dersek, hir üç var. "Gen". Atatürk'e göre "genislikten" alinmistir. Bir ipucu var. "Dörtgen" dörtten gelmistir. Bir ipucu vardir. "Esit", denk anlaminda olan "es"ten gelmistir. Ama müsavi Arapça bir kelimedir. Bu sebeple Atatürk'ün prensipleri burada da dogru idi. On im için bu en agdali olan bu bilim dalini ele aldi ve kitabi örnek olarak birakti...”Atatürk'ün matematik terimlerini türetme ve bunlari ögretime yerlestirme çalismalari konusunda Prof. Dr. Vecibe Latipoglu, su bilgilen veriyor:"... Atatürk, matematigi iyi bildigi ve sevdigi için, terim devrimine matematikten baslamistir, denilebilir. Çünkü Türk Dili (Belleten)'in Subat 1937 tarihli yayinindan bir ay sonra, Atatürk, ceyb (sinüs) ve tece^b (kosmus)'m Türkçe karsiliklarinin bulunmasi için 29 Mart 1937 tarihli Ulus Gazetesine ilan verdirerek bir yarisma açtirmistir... Sonunda hazirlanan bütün terimler, Türk Dili (Belleten) dergisinin Ekim 1937 tarihli sayisinda yer almistir. Terimler, Türkçe-Osmanlica, Osmanlica-Türkçe, Fransizca-Türkçe olmak üzere siralanmis ve ön sirayi matematik terimleri almistir...Atatürk terim çalismalarinin ülkedeki etkisini ögrenmek için, 1937 yili sonbaharinda, Sivas'a giderek, vaktiyle Sivas Kongresini topladigi lise binasinda, dokuzuncu sinifin geometri dersine girmistir'"1'. Bu derste eski terimlerle ögrenimin zorlugunu birkez daha saptayan Atatürk, "Bu anlasilmaz terimlerle, ögrencilere bilgi verilemez" diyerek kitabi atmis ve sonra tahta basina geçip "dili" yerine "kenar", "müselles" yerine "üçgen", "müselles mütesaviyül adla" yerine "eskenar üçgen", "zaviye" yerine "açi" terimlerini kullanarak ünlü Pisagor teoremini ögrencilere anlatmistir"'. Atatürk, bu inceleme gezisinde yaninda bulunan Kültür Bakani Saffet Arikan'a tüm okul kitaplarinin yeni terimlerle, hemen yarilmasi emrini vermis ve Türkçelestirilmis terimlerle iki ayda hazirlanan kitaplar bütün okullara Kültür Bakanliginca gönderilmistir' .Atatürk'ün türettigi matematik terimleri ve yaptigi geometri tanimlarinin hemen hemen tümü bugüne degin degismeksizin kullanila gelmistir. O'nun türettiklerinden sadece birkaç terim sonradan küçük ölçüde degistirilmistir. Örnegin Fransizca "hypothese'in karsiligi olan Osmanlicidaki" faraziye'nin yerine Atatürk, Türkçe "varsayi" terimini türetmis ve sonradan bu terim varsayim" biçimini almistir. Ayni sekilde O'nun "tümey açi", "bütey açi" terimlerinin yerini "tümler açi", "bütünler açi" terimleri almistir. Çok az sayida ve sinirli olan bu terim degisikliklerini, Atatürk'ün dildeki temel ilkesinin dogrulugunun birer kaniti saymak gerekir.KAYNAKÇA(*) O dönemde, simdiki ortaokullara derecesinde olan okullara rüstiye, yaklasik lise derecesindeki okullara idadi deniliyordu.(**) Matematik ögretmeni yüzbasi Mustafa efendi, Atatürk’e verdigi Kemal adini Onun resmi künyesine yazdirmistir.(1) Türk Nesriyat Yurdu: Türkün Altin Kitabi. Gazinin Hayati Sebat Matbaasi, Istanbul 1930, s.11-16.(2) Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti: Tarih IV. T.C. Devlet Matbaasi, Istanbul, 1937, s.17(3) Geometri, Türk Dil Kurumu Yayinlari / Atatürk Dizisi: 4.Türk Tarih Kurumu Basimevi, Ankara, 1971, s.V-VII, I.(4) Sayili, A.: Bilim ve Ögretim Dili Olarak Türkçe, Bilim, Kültür ve Ögretim Dili Olarak Türkçe’den ayri basim. Türk Tarih Kurum Basimevi, Ankara, 1978, s.424.
****
Pi nedir:
Matematikçi: "Pi, bir dairenin çevresinin çapına oranıdır."Bilgisayar Programcısı: "Pi 3,14159265389 dur" Fizikçi: "3,14159artı eksi 0,000005'tir" Mühendis: "Yaklaşık 22/7'dir"

ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
***
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.
***
Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
***
Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.
***
Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.
***
Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.
***
Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.
***
Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar güttüğüm gaye, hiçbir vakit kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.
***
Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
***
(Çevresindekilere söylediği bir söz) : Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!
***
Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.
***
Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse dahi- uygulattırır.
***
Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
***
Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.
***
Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.
***
Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak ettik, iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.
***
Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.
***
(Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir) : Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır!
***
Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, busaydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evlâdıkalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!
***
(Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol 'un, görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve Atatürk'ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş 'e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakam Tevfık Rüştü Aras 'a söyledikleri): Majeste Kral'm söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet reisine kendi ülkesinden bir parçayı Almanlar'a terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bîr karış toprağım başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.
***
Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi parçasının şiddetini kırdı.
***
Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak... Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.
***
Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.
***
Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruhve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor!
***
30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.
***
Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve destekdir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem, emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.
***
Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım.
***
Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar edeceğim.
***
Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim. Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, milletin ciddî ve samimî olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni gayelere erişmek için de bu yardım ve desteğe ihtiyacım vardır; onu benden esirgemeyiniz!
***
Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim.
***
Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.
***
Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki lâzım değildir.
***
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.
***
Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım şeyi de tahrip edemem.
***
Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.
***
Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?
***
Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır, inkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!
***
Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim başarabileceğim iş değilmiş...
***
(Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir): Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
***
(Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma): Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.Şahinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe meydanları?...Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.
***
Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
***
Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının tatbikini düşünürüm.
***
Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.
***
Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.
***
Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adîliğine tenezzül etmem
***
Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.
***
Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!

8 Kasım 2008 Cumartesi

Atatürk, 'Geometri'

Üçgenin iç açılarının toplamı 180 dereceye eşittir" K. ATATÜRK
Atatürk, 'Geometri' kitabını yazmasaydı üçgenin iç açılarının toplamını, "Müsellesin zavayayi dahilisinin mecmuu 180'ye musavidir" diye öğrenmek zorundaydık.

10 KASIM

Yılmaz ÖZDİL
10 Kasım


Lastik gibi uzatmayı sevmem...


Ama, yanlarına da bırakamayız.

*

Hálá diyorlar ki:

"Atatürk diktatördü."

Vahdettin neydi peki?

Demokrat Parti Genel Başkanı mı?

*

"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen diktatörü, dünyanın neresinde gördünüz Allah’ın geri zekálıları?

*

Bak, dinle... 3-4 sene önce...

atv Haber’i yönetirken, Osmanlı soyundan değerli arkadaşım Neslişah Evliyazade’den rica ettim, kırmadı, aracı oldu, Osman Ertuğrul’u canlı yayına çıkardım... Kimdir o? Abdülhamid’in torunu... Saltanat devam etseydi, "Dördüncü Osman" veya "Birinci Ertuğrul" adıyla "padişah" olacaktı.

*

(Bundan sonrasını, şöyle hafif burnunuz tıkanmış gibi, gırtlaktan gelen buğulu bir ses tonuyla okursanız, romantik belgesel tadında olur, tavsiye ederim.)

*

Çıktı, geldi Osman Ertuğrul.

Yanında, zarif eşi, Zeynep Osman.

Oturdular.

Hoş geldin beşgittin filan, "Ne içersiniz" dedik, "Çay" dedi. Ayıptır söylemesi, bu kardeşinizin padişaha çay ısmarlamışlığı vardır yani... Hatta, sohbet uzayınca pek keyiflendi, bir çay daha istedi, "Haber merkezinin bütçesini İngiliz Hazinesi karşılamıyor, kusura bakma" diyemedik, "Padişaha demli bir çay daha getirin" dedik.

Neyse...

Sohbet bitti, haber saati geldi.

*

(Canlı yayına çıkardığımız insan, Abdülhamid’in torunu, haliyle, şehzade Burhanettin Efendi’nin oğlu... Annesi, şehzadeden ayrıldıktan sonra, Atatürk’ün ilk kabinesinde yer alan Maliyeci Cavit Bey’le evlenmiş... Cavit Bey kim? İzmir suikastına adı karıştığı için, idam edilen Cavit Bey... Üvey babası Atatürk’ü ortadan kaldırayım derken, asılmış yani... Üstelik, biraz önce de belirttiğim gibi, Osman Ertuğrul, saltanat devam etseydi bugünkü padişahımız efendimiz olacaktı.)

*

Ne dedi biliyor musunuz?

"Ailemiz için çok kötü oldu ama, Türkiye kazandı... Ben Türk olarak doğdum, Türk olarak öleceğim... Atatürk, Türk halkı için çok iyi bir liderdi. Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

*

Dikkat isterim...

Saltanat devam etseydi, Fatih Sultan Mehmed’in tahtında oturacak olan kişi, dedi ki, "Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

*

İşte böyle...

Esnaf gazeteci olmadığımız için, bunu yayınlamayalım, sponsor bulalım, belgesel yapalım, sonra da yanında çalıştığımız patrona satalım filan demedik...

Beleş yayınladık.

Yarın, 10 Kasım...

E bugün de nostalji yapalım dedik.

Atatürk''ün gözünde kadının yeri FİKRET BİLA

ERCAN AKYOL


fikret bila
Mustafa Kemal Atatürk''ün ölümünün 70. yıldönümü. O''nu sadece anmaya değil anlamaya daha çok ihtiyacımız var. Bu sadece Türkiye ve Türk toplumu için değil, İslam dünyası için de büyük bir ihtiyaçtır.Türkiye''yi "Ilımlı İslam" modeline dönüştürüp bunu da İslam ülkelerine örnek diye gösterme girişimlerine tanık olduğumuz günümüzde, Atatürk''ü anlama ihtiyacı çok daha büyüktür.Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk''ün başarıya ulaştırdığı Ulusal Kurtuluş Savaşı''nı bir devrime dönüştüren kuşkusuz, hilafeti ve saltanatı kaldırıp laik bir rejim kurmasıdır.(x)Kadının işleviAtatürk''ün bu devriminin temel direği Türk kadınını çarşaftan çıkarıp toplum yaşamına sokması ve erkeklerle eşit koşullara kavuşturmasıdır. Türkiye''yi çağdaş, demokratik, laik bir ülke yapan bu devrimdir.Türkiye''yi çağdaş bir ülke yapan kadının yeridir. Laikliğe ve demokrasiye ulaşamamış İslam ülkelerinde kadının yerine bakınca, bu gerçek çok daha iyi görülür.Bu ülkelere demokrasi ve özgürlük getireceğini vaat ederek işgal edenlerin kendi çıkarları dışında getirecekleri bir şey yoktur. Onlara, örnek olsun diye "Ilımlı İslam" modeline dönüştürülmüş bir Türkiye''yi değil, Atatürk''ü ve laik Türkiye''yi göstermek gerekir.Bu ülkelerin laikliğe ve demokrasiye ulaşmaları başka ülkelerin çıkarları için değil, o toplumların çıkarları için olmazsa olmaz bir hedef olmalıdır. Bunu da ancak yine o toplumların iç dinamikleri gerçekleştirebilir. Bunun itici gücü hiç kuşku yok ki kadınlardır. İslam ülkelerinde kadın zincirlerinden kurtulmadıkça, laikliğe ve demokrasiye ulaşmaları mümkün değildir.Bu gerçeği gören ve yaşama geçiren Atatürk''tür. Laiklik ve demokrasi için aranan yol, Büyük Atatürk''ün açtığı bu yoldur. İslam ülkelerinde kıpırdamaya başlayan kadınlara rehberlik edecek olan Atatürk''ün yaklaşık yüz yıl önce gördüğü kadının yeri ve işlevidir.Kadının yeriAtatürk, daha cumhuriyeti ilan etmeden kadının yeri ve işlevi konusundaki görüşlerini yansıtmaya başlamıştı."Ankara''da öğretmenler kongresi toplamıştı. Kongreye kadınlar da katılmış ancak erkeklerden ayrı bir yere oturtulmuşlardı. Kongreye kadınların da katıldığını gören hocalar, şikâyet etmek için Gazi''ye gittiler. Gazi, öğretmenler derneği başkanını çağırdı: Ne yapmışsınız bu öğretmenler toplantısında? Utanmıyor musunuz? Ayıp! Hocalar sevinçten yerlerinde duramıyorlardı. Gazi devam etti: Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız. Peki onları niye erkeklerden ayrı oturttunuz? Kendinize mi güveniniz yok yoksa bu hanımların namusundan mı şüphe ediyorsunuz? Bir daha kadınların ayrı tutulduğunu duymayayım."(xx)Mümkün müdür?Ve Atatürk, devrimin temel direği olan kadının işlevi konusundaki düşüncesini Kastamonu''da daha açık biçimde söyledi:"Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça öbür yarısı göklere yükselebilsin? Şüphe yok; ilerici adımlar, dediğim gibi iki cins tarafından, birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerleme düzeyinde aşamalar birlikte geçilmelidir. Böyle olursa devrim başarıya ulaşır."(xxx)Mustafa Kemal Atatürk''ün, balolarda boy göstererek, kadınlarla dans ederek, seçme seçilme hakkı, erkeklerle aynı okullarda okuma, aynı meslekleri edinme olanağı sağlayarak yaptığı devrim, verdiği ders budur.(x) Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, s. 290(xx) Lord Kinross, Atatürk, s. 488(xxx) Kinross, s. 499

Çin atasözleri


In pictures: The eight years of George W Bush's presidency
- Bir sıcak söz üç kış ısıtır.
- Kuş, cevabı olduğu için ötmez, şarkısı olduğu için öter.
- Daha iyi bir at ararken at üstünde olun.
- Derenin ne kadar derin olduğunu test ederken her iki ayağınızı birden kullanmayın.
- Geniş fikirli olanlar farklı dinlerde gerçeği görür, dar görüşlü olanlar sadece farkları görür.
- Hiç kitapsız olmak kitaptaki her şeye inanmaktan iyidir.
- Kötü sözün yankısı yüz kilometre öteden gelir.
- Müziği duymayanlar dans edenlerin deli olduğunu sanır.
- Kırmızı burunlu adam ayyaş olmayabilir ama buna kimseyi inandıramaz.
- Köpeği dövmeden önce sahibinin kim olduğunu öğren.
- Uzaktaki su yakındaki ateşi söndürmez.
- İntikam peşinde koşan iki mezar kazmayı unutmasın.
- Eşeğin dudakları atın ağzına uymaz.
- Hüzün kuşlarının başınızın üzerinde uçmasına mani olamayabilirsiniz ama saçlarınıza yuva yapmalarını önleyebilirsiniz.
- Karga her yerde eşit derecede siyahtır.
- Eğer kalbimde yeşil bir dal bulundurursam şarkı söyleyen bir kuş gelecektir.
- En karanlık ormanın en fazla ortasına kadar gidebilirsiniz. Geriye kalanında karanlıktan çıkmaktasınız.
- Bir nesil ağaç diker, diğer nesil gölgede oturur.
- Eğer bir yıl süren refah istiyorsanız tahıl yetiştirin. On yıl süren refah istiyorsanız ağaç yetiştirin. Yüz yıl süren refah istiyorsanız insan yetiştirin.
- Ağaç dikmek için en uygun zaman yirmi yıl önceydi. En uygun ikinci zaman şimdidir.
- Bir defa kaplanın üzerine bindiniz mi inmek kolay değildir.
- Ekmek resmi yaparak karnınızı doyuramazsınız.
- Ağzınız hançer gibi sert olsun ama kalbiniz tofu kadar yumuşak.
- Eğer niyetiniz çan çalmaksa kulaklarınızı tıkayın.
- Ateşi kâğıda saramazsınız.
- Sadece herkes yakacak getirdiğinde iyi bir ateş yakılabilir.
- Okumadan geçen üç günden sonra konuşmanın tadı kaçar.
- Hiçbir kavuncu kavunlarım kabak diye bağırmaz.
- Gül veren elde her zaman biraz koku kalır.
- Soru soran beş dakika aptal yerine konur. Sormayan sonsuza kadar.
- Kaybolanı sayma, geriye kalanı say.
- Semerine bakarak at hakkında karar verme.
- Bırak savaşın ne olduğunu bilmeyenler savaşmaya gitsin.
- Öğrenme hiçbir hırsızın çalamayacağı bir hazinedir.
- Uzun yolda hafif yük olmaz.
- Dükkân açmak kolaydır. Açık tutmak sanattır.
- Dört at bir dilden hızlı değildir.
Metin Münir

Mustafa the movie divides Turkey with a portrait of the 'real' Ataturk


Mustafa the movie divides Turkey with a portrait of the 'real'
Ataturk

By Nicholas Birch in Istanbul-Friday, 7 November 2008

Turks venerate Ataturk, the founder of the republic and architect of arguably the most successful social modernisation programme of the 20th century. How much they really want to know him is questionable, however, judging from the furore that has erupted since a new documentary on his life was released in cinemas last week.

Directed by Can Dundar, a leading documentary-maker with an until now spotless secularist record, Mustafa is the first Turkish film to emphasise the private side of the man whose stern features preside over public buildings across the country. The documentary, which carries Ataturk's childhood name, breaks no taboos but presents Ataturk as a hard-living, hard-drinking and ultimately rather melancholy man who felt increasingly detached from the country he created. "Remember me," is scrawled in the margins of one of his last public speeches.

"I wanted to present Mustafa Kemal in a more intimate, affectionate light," Dundar said in a telephone interview. "All those statues, busts and flags have created a chief devoid of human qualities." Watched by 470,000 people in its first five days in cinemas, his film has been widely praised. The director and film crew received a standing ovation at its gala screening. But it has also attracted furious criticism.

"Ataturk raised up a people about to be excised from world history, and here he is presented as a drunken debaucher," said Israfil Kumbasar, columnist for Yeni Cag, an ultra-nationalist daily. "Would you accept such a portrait of Churchill?"

Some radical secularists go further, seeing the film as part of a Western-backed plot to weaken Turkey's Kemalist army – the chief obstacle to alleged plans to dump secularism in favour of "enlightened Islam". The United States, "treated our soldiers like common criminals in Iraq", says Yigit Bulut, a popular columnist in the secularist daily Vatan, referring to the 2003 arrest of Turkish troops that came close to destroying relations with the US. "This film is part of the same strategy."

Bulut concluded his column last Friday by begging readers: "Do not watch this documentary, dissuade others from watching it, but above all do not allow it to plant seeds belittling Ataturk in your children's minds."

In a quirky twist yesterday, two doctors announced they were taking the film to court for repeatedly showing scenes of Ataturk smoking cigarettes. "Ataturk is a national idol," said Orhan Kural. "Statements like 'Ataturk used to smoke three and a half packets of cigarettes a day'... harm his image and are illegal. We were left wondering whether it wasn't an advert for smoking."

The attacks seem to be having their effect. Watching Dundar's last Ataturk film has become a rite of passage for Turkish primary schoolchildren since it was released in 1993. Teachers seem to be more wary of taking their charges to watch Mustafa. "My son's class was supposed to go and watch it on Monday," said Rusen Cakir, a leading journalist. "But the trip was cancelled. They worried the film might not be ideologically suitable."

Such reactions are not surprising. As the film points out, the first steps to create a personality cult around Ataturk began in his lifetime, with statues erected in Turkey's three largest cities. After his death in 1938, and particularly after the 1980 military coup, the process accelerated.

A residue of the most brutal of Turkey's three military interventions, the country's current constitution enthrones Kemalism as the country's official ideology. Another remnant of 1980, requires university students to be raised, "devoted to Ataturk's nationalism ... revolutionary reforms and principles". Insulting Ataturk is acriminal offence.

Dundar thinks critics are missing the point. "My son is now reciting the same poems about Ataturk that I and my father recited when we were at school," he said. "The younger generation has reached saturation point. For young people, Ataturk has become a source of derision." A historian specialising in the early years of the Turkish Republic, Ayhan Aktar agrees. "The 1980 junta used Ataturk as a club to beat the Turkish people with – no wonder many are disgusted," he said. "Dundar's documentary has given Kemalism the kiss of life."

Opinion is divided as to how the Mustafa effect will pan out. Some think Dundar's prestige among secularist Turks may have imbued his vision of Ataturk with the force to begin a proper debate. Like Dundar, they think the time has come to publish the diaries and letters kept out of public view in military and civilian archives.

"It is a crime not to let people know how Mustafa Kemal explained himself," said Ipek Calislar, who was acquitted in 2006 of insulting Ataturk in the biography she wrote about his wife.

"Loving people when you have no means of understanding them is very stupid."

But she expresses deep concern at the way debates are developing over the documentary. "People are so angry, it's frightening," she said. "This is not an atmosphere conducive to reasoned debate."

Ataturk: A brief biography

* Mustafa Kemal Ataturk (1881-1938) was the founder of the Republic of Turkey. He received the name Atatürk (Father of the Turks) in 1934 from the Grand National Assembly as a tribute.

* He was born in Salonika, modern-day Thessaloniki.

* Ataturk opposed the conservative forces around the sultan. He believed Turkey's only chance of survival was to adopt European democratic principles.

* After the abdication of the sultan and the proclamation of the Republic of Turkey 1923, Ataturk was named president. His reforms included introducing Western law codes, dress, and calendar, the Latin alphabet and, in 1928, removing the constitutional provision naming Islam as the state religion.

* He founded the People's Party (renamed Republican People's Party in 1924) in August 1923 and established a single-party regime which, except for two brief experiments (1924-1925 and 1930) with opposition parties, lasted until 1945.

* Ataturk died in Istanbul on 10 November 1938.


vahdettin.obama. Nicolas Sarkozy

Kuçu adayları...melih asık kösesi
Barack Obama başkan seçildiği gün daha önceki sözünü tutacağını, kızlarının Beyaz Saray’da bir köpekleri olacağı müjdesini verdi...
The Independent gazetesi dün yayımladığı karikatürde Beyaz Saray’ın kuçu kuçu adaylarını takdim etti...
Karikatürde... Fransız finosu Nicolas Sarkozy ayakta duran efendisi Barack Obama’yı yalamaya hazır bir durumda, İngiliz Başbakanı Gordon Brown bir kemiği tebrik hediyesi olarak getirmiş, İngiliz muhafazakâr lider David Cameron arka planda, melek yüzlü Angela Merkel ise yerde sırtüstü yatmış pozisyon alıyor... Karikatürist manzarayı böyle görüyor..

Vahdettin...
Isıtılıp ısıtılıp sofraya konulan mahut iddia yeniden gündemde: “Padişah Vahdettin hain değildi, Mustafa Kemal’i Samsun’a milli kurtuluş savaşını başlatsın diye o gönderdi.”
Padişah Vahdettin, Karadeniz’e göndereceği Mustafa Kemal’e şöyle demiş:
“Paşa, simdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unut. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa devleti kurtarabilirsin.”
Kimileri bu sözlerden Vahdettin’in Mustafa Kemal’i Samsun’a milli mücadeleyi başlatsın diye gönderdiği anlamını çıkarmak ister... Yaygın görüş ise farklıdır. Mustafa Kemal’i Samsun’a oradaki isyanları bastırması için gönderen Vahdettin, yukardaki sözleri bu sınırlı görev için sarf etmiştir.
Nitekim Mustafa Kemal’in milli mücadele niyeti çabuk anlaşılmış ve 8 Haziran’da yani hareketinden 21 gün sonra İstanbul’a geri çağrılmıştır...
Atatürk, Nutuk’ta ülkenin 1919’daki durumunu anlatırken şöyle diyor;
“O saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceği alçakça tedbirler araştırmakta...”
Daha sonra Atatürk hakkında idam fetvası çıkaran, Ankara hükümetine karşı çeteleri örgütleyen de Vahdettin’dir.
Vahdettin 1923 yılında yayımladığı beyannamede “Milli mücadeleye karşı olduğunu” açıkça bildirir.
Atatürk karşıtları, Vahdettin’den kahraman yaratmak için tarihi saptırır. Kimi solcular da onlara eşlik eder. Biraz mantık, gerçeği görebilmek için yeterlidir...

29 Ekim 2008 Çarşamba



Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: 29 Ekim 1950’de Kayseri’de doğdu. İktisat Fakültesi’ni bitirdi, lisan öğrenmek için yurt dışına gitti...

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı devletin “bir numaralı” koltuğunda oturmayı aklına bile getiremeyecekti. Çünkü öyle bir koltuk olmayacaktı!

***


TBMM Başkanı Köksal Toptan: Rizeli bir ailenin çocuğu. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Uzun yıllar milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bir halk çocuğu olarak görüp görebileceği tek koltuk berber koltuğu olacaktı!

***


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: O da Rizeli bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Kasımpaşa’da doğdu. Din adamı olmak için imam hatip lisesine gitti. Daha sonra İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nde okudu. İETT’de çalıştı, futbol oynadı. MSP’den siyasete atılınca kaderi değişti.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bugün büyük bir olasılıkla deneyimli bir imam olacaktı. Çünkü çok sevdiği Osmanlı’da sadece saraya yakın ailelerin çocuklarının “sadrazam” olma şansı vardı!

***


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ: Afyonkarahisar’da doğdu. 19 yaşında Kara Harp Okulu’nu bitirdi. 1973’te Kara Harp Akademisi’nden mezun oldu.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı yine asker, hatta “paşa” olabilecekti. Ama “saraylı” olmadığı için “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi” olmayı hayal bile edemeyecekti!

***


Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal: Antalya’da doğdu. 1959’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Öğrencilik yıllarında iktidardaki Demokrat Parti iktidarına karşı gelişen öğrenci hareketlerine katıldı.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı belki de Divân-i Hümâyûn’a (Bakanlar Kurulu) isyan suçundan idam edileceğinden hayatta bile kalamayacaktı!

***


Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç: Kırşehir’inÇiçekdağı İlçesi’ne bağlı Hacıhasanlı Köyü’nde doğdu. Eskişehir İTİA’yı bitirdi.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı Osmanlı’da şerî hukuk sistemi uygulandığı ve yargı yetkisi de Divân-ı Hümâyûn (Bakanlar Kurulu) tarafından kullanıldığı için büyük bir ihtimalle Çiçekdağı’nda esnaflık yapacaktı.

***


Yargıtay ve Danıştay Başkanları: Aynı şey onlar içinde geçerli... Onlar da bırakın bugünkü makamlarını gelmeyi...

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı çağdaş hukuk hakkında sadece Avrupa basınını izleyerek bilgi sahibi olabileceklerdi.

***


Bakanlar: Osmanlı’da memleketin önemli işlerini gören, müracaat dilekçelerini kabul eden, yüksek mahkeme işlevini de üstlenen Divân-ı Hümâyûn’un (Bakanlar Kurulu) bütün üyeleri bizzat padişah tarafından atanırdı.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bugün örneğin Kemal Unakıtan, Maliye Bakanı olamayacaktı. Belki de “vergi usulsüzlüğü” yaptığı tespit edildiği için tüm mal varlığına el konulup, hayatını Yedikule Zindanları’nda geçiriyor olacaktı!

***


Milletvekilleri: Meşrutiyet döneminde de Meclis-i Mebusan ve milletvekilleri vardı. Onlar da sözüm ona halk tarafından seçilirlerdi ama padişahlar istedikleri anda onları görevden alabilir ya da Meclis’i toptan azledebilirdi.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bugün cumhuriyeti ve onun kurumlarını beğenmeyen, ettikleri yeminleri unutup teröristlerden bile “kardeşimiz” diye söz edebilen milletvekilleri, başkente sadece ziyaret için gelebileceklerdi.

***


Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı özgürlük olmayacaktı, kadın-erkek eşitliği olmayacaktı, demokrasi olmayacaktı, hak-hukuk olmayacaktı ay-yıldızlı nüfus cüzdanımız olmayacaktı, hatta bayrağımız olmayacaktı!

Ama yukarıda bir bölümünü saydığım “devlet protokolü” de olmayacaktı...

O yüzden bu akşam Çankaya Köşkü’nde bir araya gelecek olan bu zat-ı muhteremler, atalarının rüyalarında bile göremeyecekleri payeleri kendilerine veren cumhuriyetin değerini bilsinler!

Bu bayram en çok onların bayramı...

Hepsine...

Hepimize kutlu olsun!

*****


GÜNÜN SORUSU

Ailenizin tarihini, geçmişinizi, karakterinizi düşünerek yanıt verin:

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı 85 yıl sonra bugün siz olabilecek miydiniz?
******************************


29 Ekim 2008

Ümük

"Her mahallede milyoner olacak!"

Böyle başladı kalkınma serüveni...

Çiklet bile bir milyon oldu.

İlk hayalimiz gerçekleşti!

*

"100 bin tank, 100 bin uçak üreteceğiz" dedi biri... Baktı ki, 100 bin uçak kolay ama, 100 bin pilot yok! Pes etmedi, Siyonistlere inat, "adil düzen"e geçeceğimizi söyledi. Bi alkış, bi tezahürat.

"Düzen" değişti.

"Düzülenler" pek beğendi.

*

Sonra?

Bako.

Kastelli.

"Bir koyup üç almak"tan bile söz edildi... Ne koyuyoz, ne alıyoz filan derken, rahmetli Sabancı bilançoyu vermişti:

"Aldığımız üçün biri!"

*

Derken...

"İki anahtar" dedi biri.

Çıktı salladı kürsüden...

Ev anahtarı, biri.

Otomobil anahtarı, diğeri.

Netice?

İki aNAHtar!

*

"Böyyük Türkiye"de öylesine bolluk dönemleri yaşandı ki, bir deri bir kemik millete pantolon bol gelmeye başladı... E hazır pantolonlar bollanmışken, daha fit görünürüz, "kemer sıkalım" dendi.

*

Gel zaman, git zaman...

Anadolu’da aslan kaplan...

Jet-Pa.

Yimpaş.

Kombassan.

Hamdolsun, Kazan-Kazan!

*

Ve, şimdi neyi tartışıyoruz kalkınma serüvenimizde? Ümüğümüzü sıktıracak mıyız, sıktırmayacak mıyız? Kemer kesmiyor artık çünkü... Sıra gırtlağa geldi.

*

Ha gayret ahali.

Kulağımızın arkasıdır...

Bi sonraki 29 Ekim’in vaadi!
**************
Üstün bir kişilik..yalcın bayer kösesi


ATATÜRK’le ilgili okuduğum her kitap, ona karşı duyduğum sevgiyi, saygıyı çığ gibi büyütüyor.

'Uyan Gazi Kemal, Cumhuriyet 85. yaşına bastı'

Ata’nın yanında 1924-1938 yılları arasında Özel Kalem Müdürü ve Genel Sekreter olarak görev yapan Hasan Rıza Soyak’ın "Atatürk’ten Hatıralar" kitabının 2005 yılındaki 3. baskısını yeni okuma fırsatını buldum. Geç okuduğum için de çok üzüldüm. İçinde, öyle ibret alınacak olaylar anlatılıyor ki! Birkaçını Hürriyet okuyucularıyla paylaşmak istiyorum:

"Yaverler ve muhafız polislerle beraber Köşk’ün içinde ve dışında çalışan bütün müstahdemin iaşesi ve Köşk’ün sair masrafları Atatürk tarafından yapılmakta idi. Hatta istasyondaki binada bulunan Özel Kalem Müdürlüğü memurları da masrafları Atatürk tarafından ödenen bir tabldottan yiyorlardı... Seyahatlerinde, devletçe kendisine yalnız tren veya vapur gibi vasıtalar temin ediliyordu; diğer masraflar tamamen Atatürk’ün kesesinden çıkıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti için dahi harcırah diye bir şey bahis konusu değildi. Halbuki, onunla beraber seyahat eden başvekil ve vekillerle maiyetleri bütçeden yol masrafı ve yevmiye almakta idiler. 1932 yılında çıkan bir kanunla vergiler artırılmış, Cumhurbaşkanının eline geçen maaş 9.078 liraya düşmüştü. Bunun 2000 lirasını her ay İnönü’ye vermekte olduğundan (ailesinin geçimine katkı için) elinde kalan miktar 7000 liradan ibaretti. İnönü, 1937 Eylül’ünde başbakanlıktan ayrılınca yardım miktarı 3000 liraya çıkarılmıştı." (s. 655-656 ve 675)

"Çiftliklerden şimdiye kadar şahsen hiç istifade etmemiş, bir habbe dahi almamıştır. Köşk’e gönderilen çiftlik mahsul ve mamullerinin bedellerini herkes gibi fatura mukabilinde ödemiş ve ödemektedir." (s. 655) Kitapta, bugün Atatürk’e dil uzatanların utanacakları, devlet görevlilerinin de ibret alacakları daha pek çok anı bulunmaktadır.
Nail TAN-ANKARA
******************

24 Ekim 2008 Cuma

leman penguen son hafta kapak











Dolar 1.68Mortgage balonu şişince, kalifiye eleman eksikliği başgöstermiş...y.özdil




Gecekondu kalfası, adam yokluğunda 100 katlı gökdelen inşaatında işe alınmış... Ve, ilk rüzgarda çatıdan düşmüş tabii... Tam önlerinden geçerken, 70'inci kattakiler seslenmiş: "Nasıl gidiyor?" Kalfa, bozuntuya vermemek için "Hamdolsun" demiş, "şimdilik iyi gidiyor!"







marx bize gülümsüyor

Leman 883

KARACA EMLAK GAYRİMENKUL HİZMETLERİ

kelepirx emlak acil satılık emlak ilanları,konut,işyeri,ücretsiz danışmanlık !!!emlax

TEKNİKANALİZ HALİL RENCBER

 
META Tag Generator