"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatidir. "

bush ve ayakkabı

29 Ekim 2008 Çarşamba



Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: 29 Ekim 1950’de Kayseri’de doğdu. İktisat Fakültesi’ni bitirdi, lisan öğrenmek için yurt dışına gitti...

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı devletin “bir numaralı” koltuğunda oturmayı aklına bile getiremeyecekti. Çünkü öyle bir koltuk olmayacaktı!

***


TBMM Başkanı Köksal Toptan: Rizeli bir ailenin çocuğu. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Uzun yıllar milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bir halk çocuğu olarak görüp görebileceği tek koltuk berber koltuğu olacaktı!

***


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: O da Rizeli bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Kasımpaşa’da doğdu. Din adamı olmak için imam hatip lisesine gitti. Daha sonra İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nde okudu. İETT’de çalıştı, futbol oynadı. MSP’den siyasete atılınca kaderi değişti.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bugün büyük bir olasılıkla deneyimli bir imam olacaktı. Çünkü çok sevdiği Osmanlı’da sadece saraya yakın ailelerin çocuklarının “sadrazam” olma şansı vardı!

***


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ: Afyonkarahisar’da doğdu. 19 yaşında Kara Harp Okulu’nu bitirdi. 1973’te Kara Harp Akademisi’nden mezun oldu.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı yine asker, hatta “paşa” olabilecekti. Ama “saraylı” olmadığı için “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi” olmayı hayal bile edemeyecekti!

***


Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal: Antalya’da doğdu. 1959’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Öğrencilik yıllarında iktidardaki Demokrat Parti iktidarına karşı gelişen öğrenci hareketlerine katıldı.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı belki de Divân-i Hümâyûn’a (Bakanlar Kurulu) isyan suçundan idam edileceğinden hayatta bile kalamayacaktı!

***


Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç: Kırşehir’inÇiçekdağı İlçesi’ne bağlı Hacıhasanlı Köyü’nde doğdu. Eskişehir İTİA’yı bitirdi.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı Osmanlı’da şerî hukuk sistemi uygulandığı ve yargı yetkisi de Divân-ı Hümâyûn (Bakanlar Kurulu) tarafından kullanıldığı için büyük bir ihtimalle Çiçekdağı’nda esnaflık yapacaktı.

***


Yargıtay ve Danıştay Başkanları: Aynı şey onlar içinde geçerli... Onlar da bırakın bugünkü makamlarını gelmeyi...

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı çağdaş hukuk hakkında sadece Avrupa basınını izleyerek bilgi sahibi olabileceklerdi.

***


Bakanlar: Osmanlı’da memleketin önemli işlerini gören, müracaat dilekçelerini kabul eden, yüksek mahkeme işlevini de üstlenen Divân-ı Hümâyûn’un (Bakanlar Kurulu) bütün üyeleri bizzat padişah tarafından atanırdı.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bugün örneğin Kemal Unakıtan, Maliye Bakanı olamayacaktı. Belki de “vergi usulsüzlüğü” yaptığı tespit edildiği için tüm mal varlığına el konulup, hayatını Yedikule Zindanları’nda geçiriyor olacaktı!

***


Milletvekilleri: Meşrutiyet döneminde de Meclis-i Mebusan ve milletvekilleri vardı. Onlar da sözüm ona halk tarafından seçilirlerdi ama padişahlar istedikleri anda onları görevden alabilir ya da Meclis’i toptan azledebilirdi.

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı bugün cumhuriyeti ve onun kurumlarını beğenmeyen, ettikleri yeminleri unutup teröristlerden bile “kardeşimiz” diye söz edebilen milletvekilleri, başkente sadece ziyaret için gelebileceklerdi.

***


Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı özgürlük olmayacaktı, kadın-erkek eşitliği olmayacaktı, demokrasi olmayacaktı, hak-hukuk olmayacaktı ay-yıldızlı nüfus cüzdanımız olmayacaktı, hatta bayrağımız olmayacaktı!

Ama yukarıda bir bölümünü saydığım “devlet protokolü” de olmayacaktı...

O yüzden bu akşam Çankaya Köşkü’nde bir araya gelecek olan bu zat-ı muhteremler, atalarının rüyalarında bile göremeyecekleri payeleri kendilerine veren cumhuriyetin değerini bilsinler!

Bu bayram en çok onların bayramı...

Hepsine...

Hepimize kutlu olsun!

*****


GÜNÜN SORUSU

Ailenizin tarihini, geçmişinizi, karakterinizi düşünerek yanıt verin:

Eğer cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı 85 yıl sonra bugün siz olabilecek miydiniz?
******************************


29 Ekim 2008

Ümük

"Her mahallede milyoner olacak!"

Böyle başladı kalkınma serüveni...

Çiklet bile bir milyon oldu.

İlk hayalimiz gerçekleşti!

*

"100 bin tank, 100 bin uçak üreteceğiz" dedi biri... Baktı ki, 100 bin uçak kolay ama, 100 bin pilot yok! Pes etmedi, Siyonistlere inat, "adil düzen"e geçeceğimizi söyledi. Bi alkış, bi tezahürat.

"Düzen" değişti.

"Düzülenler" pek beğendi.

*

Sonra?

Bako.

Kastelli.

"Bir koyup üç almak"tan bile söz edildi... Ne koyuyoz, ne alıyoz filan derken, rahmetli Sabancı bilançoyu vermişti:

"Aldığımız üçün biri!"

*

Derken...

"İki anahtar" dedi biri.

Çıktı salladı kürsüden...

Ev anahtarı, biri.

Otomobil anahtarı, diğeri.

Netice?

İki aNAHtar!

*

"Böyyük Türkiye"de öylesine bolluk dönemleri yaşandı ki, bir deri bir kemik millete pantolon bol gelmeye başladı... E hazır pantolonlar bollanmışken, daha fit görünürüz, "kemer sıkalım" dendi.

*

Gel zaman, git zaman...

Anadolu’da aslan kaplan...

Jet-Pa.

Yimpaş.

Kombassan.

Hamdolsun, Kazan-Kazan!

*

Ve, şimdi neyi tartışıyoruz kalkınma serüvenimizde? Ümüğümüzü sıktıracak mıyız, sıktırmayacak mıyız? Kemer kesmiyor artık çünkü... Sıra gırtlağa geldi.

*

Ha gayret ahali.

Kulağımızın arkasıdır...

Bi sonraki 29 Ekim’in vaadi!
**************
Üstün bir kişilik..yalcın bayer kösesi


ATATÜRK’le ilgili okuduğum her kitap, ona karşı duyduğum sevgiyi, saygıyı çığ gibi büyütüyor.

'Uyan Gazi Kemal, Cumhuriyet 85. yaşına bastı'

Ata’nın yanında 1924-1938 yılları arasında Özel Kalem Müdürü ve Genel Sekreter olarak görev yapan Hasan Rıza Soyak’ın "Atatürk’ten Hatıralar" kitabının 2005 yılındaki 3. baskısını yeni okuma fırsatını buldum. Geç okuduğum için de çok üzüldüm. İçinde, öyle ibret alınacak olaylar anlatılıyor ki! Birkaçını Hürriyet okuyucularıyla paylaşmak istiyorum:

"Yaverler ve muhafız polislerle beraber Köşk’ün içinde ve dışında çalışan bütün müstahdemin iaşesi ve Köşk’ün sair masrafları Atatürk tarafından yapılmakta idi. Hatta istasyondaki binada bulunan Özel Kalem Müdürlüğü memurları da masrafları Atatürk tarafından ödenen bir tabldottan yiyorlardı... Seyahatlerinde, devletçe kendisine yalnız tren veya vapur gibi vasıtalar temin ediliyordu; diğer masraflar tamamen Atatürk’ün kesesinden çıkıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti için dahi harcırah diye bir şey bahis konusu değildi. Halbuki, onunla beraber seyahat eden başvekil ve vekillerle maiyetleri bütçeden yol masrafı ve yevmiye almakta idiler. 1932 yılında çıkan bir kanunla vergiler artırılmış, Cumhurbaşkanının eline geçen maaş 9.078 liraya düşmüştü. Bunun 2000 lirasını her ay İnönü’ye vermekte olduğundan (ailesinin geçimine katkı için) elinde kalan miktar 7000 liradan ibaretti. İnönü, 1937 Eylül’ünde başbakanlıktan ayrılınca yardım miktarı 3000 liraya çıkarılmıştı." (s. 655-656 ve 675)

"Çiftliklerden şimdiye kadar şahsen hiç istifade etmemiş, bir habbe dahi almamıştır. Köşk’e gönderilen çiftlik mahsul ve mamullerinin bedellerini herkes gibi fatura mukabilinde ödemiş ve ödemektedir." (s. 655) Kitapta, bugün Atatürk’e dil uzatanların utanacakları, devlet görevlilerinin de ibret alacakları daha pek çok anı bulunmaktadır.
Nail TAN-ANKARA
******************

24 Ekim 2008 Cuma

leman penguen son hafta kapak











Dolar 1.68Mortgage balonu şişince, kalifiye eleman eksikliği başgöstermiş...y.özdil




Gecekondu kalfası, adam yokluğunda 100 katlı gökdelen inşaatında işe alınmış... Ve, ilk rüzgarda çatıdan düşmüş tabii... Tam önlerinden geçerken, 70'inci kattakiler seslenmiş: "Nasıl gidiyor?" Kalfa, bozuntuya vermemek için "Hamdolsun" demiş, "şimdilik iyi gidiyor!"







23 Ekim 2008 Perşembe

hamdolsun..

bekircoskun/hurriyetHamdolsun Osman...
BEN bu gibi durumlarda Osman’a bakarım.
Bakarım; ekonomi iyi mi, kötü mü?..
Ekonomi kötü gittiğinde her zaman önce Osman’ı kovarlar, o bunu bilir.
Ve ekonomi kötüye döndüğünde Osman’ın yürüyüşü değişir, yan yan gider, boynunu büker, biraz kamburlaşır, artık ceketinin bir ucu öbür ucundan daha sarkıktır, arada bir anlamsız sesler çıkartır...
Başına geleni anlamıştır Osman.
*
Ben, Osman’a bakarım.
Başbakan, "Hamdolsun ekonomi iyi" dediğinde ve televizyonlar bunu müjde olarak halka duyurduğunda, ekonomi çökmüştü aslında.
Borsa yıkıktı.
100 YTL, bir haftada 63 YTL’ye indi.
Yabancılar paralarını alıp gittiler.
Esnaf perişan-şaşkın.
Şirketler işten çıkartacakları elemanlarının listelerini gizli gizli hazırlamaya başladılar.
Türkiye’nin artık eroincinin, rüşvetçilerin, kaçakçıların yurtdışındaki paralarına ihtiyacı vardı ki, Maliye Bakanı "Getirsinler, onlardan hesap sorulmayacak..." kararını açıkladı dün.
İktidarın kara paraya özgürlük tanıması yanında aldığı ikinci karara bakın:
Borsacılara vergi müjdesi...
Ama tasarruf sahipleri, istihdam merkezleri, esnaf, kitlesel tasarruf-masarruf için en ufak çabaları gözükmüyor.
(.........)
Şimdi bunda "Hamdolsun ekonomi iyi" gibi bir durum var mı?..
Yok...
Çünkü bu Başbakan ekonomiden anlamaz...
Türk ekonomisi, IMF’nin denetiminde bugünlere kadar kazasız belasız sürüp gelmişti.
O kadar...
Şimdi IMF yok, kriz var ve aldıkları ilk kararlar; eroinciye, kaçakçıya, spekülatörlere avanta sağlamak...
*
Ben bu durumlarda Osman’a bakarım...
Osman başına geleni bilir, yan yan gider...
Büker boynunu, ağzını açar-kapatır da sesi çıkmaz...
Olsun...
Hamdolsun Osman, hamdolsun Osman...
---------------
Başarılı erkek
Klasik: Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır!
Çoğu Müslüman ülkelerde: Her başarılı erkeğin arkasında "4 kadın" vardır!
İran'da: Her başarılı erkeğin arkasında bir miktar "zavallı kadın" vardır!
Fransa'da: Her başarılı erkeğin arkasında "2 kadın" vardır; karısı ve metresi!
Türkiye'de: Her başarılı erkeğin arkasında "2 kadın" vardır; karısı ve kuması!
Ayrıca, Fransa'da her başarılı kadının arkasında, birkaç erkek vardır!
******************************************
Yılmaz ÖZDİL.. Dünya bize hayran...
Star Haber'deki odamın penceresinden, bomba imha ekiplerinin bizim otoparktaki şüpheli paketi havaya uçurduğu anı seyrediyordum ki, şak, son dakika bilgisi geldi; Birleşmiş Milletler "güvenlik" konseyi geçici üyeliğine seçilmişiz...
*Uganda da seçilmiş.
*Aslına bakarsanız, Afrika'dan bi tek Uganda aday olmuş, mecburen Uganda'yı seçmişler. Asya'dan Japonya ve İran aday olmuş; İran'ı bugün yarın vuracaklar, seçecek halleri yok. Latin Amerika'dan sadece Meksika aday olmuş, Meksika'yı seçmişler. Avrupa'dan da, biz, Avusturya ve İzlanda aday olmuş; e İzlanda battı zaten, internette açık artırmayla satıyorlar ülkeyi, Avusturya'yla bizi seçmişler.
*Yani... Toplam 7 ülke vardı, biri battı, biri İran; 5 koltuk için geriye zaten 5 ülke kalmıştı! Mesela, Avusturya çıkıp "Ben aday değilim kardeşim, vazgeçtim" dese, Birleşmiş Milletler tarihinde görülmemiş bir skandal yaşanacaktı...
İlk kez, geçici üyeler eksik kalacaktı!
*Veto yetkin var mı?
Yok.
Veto yetkisi, sadece 5 daimi ülkede; ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere'de...
Bu arkadaşlar, dünyada "barışı" ve "güvenliği" koruyorlar; dünyanın en çok silah üreten ve satan ülkeleri!
*
Pekiiii...
Tırışkadan bir makam olduğu için, koskoca dünyada güç bela 5 adayın anca bulunabildiği oylamada, biz nasıl seçildik?
*
Antigua'ya, bize oy versin diye, 50 tane bilgisayar hediye etmişiz. Zimbabve'ye pazar yeri, Moritanya'ya ahır kurmuşuz. Filipinler'e, iki hemşire göndermişiz, Etiyopya'ya su kuyusu açmışız. Afganistan'a lağım şebekesi, Zambiya'ya tarım kooperatifi, Gambiya'ya dökümhane yapmışız. Palau'ya devlet başkanı binsin diye VIP otomobil, Sudan'a inekleri taşısınlar diye kamyon vermişiz. Doğu Timor'a aşı, Komor'a ilaç göndermişiz. Ben kendi payıma nerde olduğunu bilmiyorum, Tuvalu diye bir ülke var, bizimkiler "Neyiniz eksik" diye sormuş, bunlar "Bizim çocuklar futbol oynamayı çok seviyor ama, futbol topumuz yok" demiş, bizimkiler de, Tuvalu'ya en yakın ülkedeki büyükelçiliğimize talimat vermiş: "Çabuk gönderin, yanına pompa da koyun!"
*
Özetle...
Bizimkiler girdi, çıkmaz!
Bakın görün, kömür bulgur takviyesi başlasın, iki sene sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olmazsak, ne olayım...

Can yakan şer üçgeni: İşsizlik-Terör-Allah ile aldatmak.yasar nuri
Çağımızın huzurunu kaçıran birkaç temel şer üçgeni vardır. Bunlardan biri de işsizlik-terör-din sömürüsü veya Allah ile aldatma üçgenidir.
Türkiye’de bu şer üçgeni tüm kudret ve dehşetiyle oluşmuştur, işlevseldir ve büyük tahribat yapmaktadır.

Türkiye, toprağının altı ve üstü nimetlerle dolu olduğu halde yoksul ülkeler listesindedir. Dahası, Türkiye bugün, yirmi milyon civarında insanın açlık sınırında dolaştığı bir ülke durumundadır.

O halde, Türkiye'nin bir numaralı meselesi, yoksulluğu aşmaktır. Yani istihdam ve iş yaratarak insanımızın aşını işinden kazanmasını sağlamak...

Türkiye'nin önünü açıp refah ve huzurunu geri getirmeyi görev bilen siyasetlerin insanla ilgili temel söylemleri şu olmalıdır:

Aş ve iş, hak ve onurdur.

Her yurttaş, aşını kendi işiyle elde edecektir; başkalarının merhamet ve sadakasına sığınarak değil.

Dürüst ve başarılı bir siyasetin ilk işinin istihdam yaratmak, mücadele edilecek temel olumsuzluğun ise işsizlik olduğuna inanıyoruz.

Türkiye'de bu iki sorunu çözmek için şu operasyonların behemehal yapılması kaçınılmaz diye düşünüyoruz:

1. Kamu kaynakları talanının durdurulması,

2. Küreselleşme sömürüsünün durdurulması,

3. Âdil bir vergilendirme,

4. İhale kanununun, yandaşları besleme aracı olmaktan çıkarılması,

5. Nüfus artış hızının mutlaka azaltılması,

6. Tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi, daha doğrusu çökertilen Türk tarımın süratle ihya edilmesi,

7. Gümrük Birliği denen sömürü prangasının kırılması,

8. KOBİ’lerin yeniden ihya edilmesi,

9. Yeraltı kaynaklarımızın dış vesayetten kurtarılması.

TEMEL SORUN: YOKSULLUK

Yoksulluk her devirde vardır, ama bugün her devirden çok daha ciddî bunalımlar, tehdit ve tehlikeler yaratmaktadır. Yoksulluk, bugün tek başına bir ıstırap olmanın ötesine geçmiş, birçok sorunu besleyen, tahrik eden bir ‘temel sorun’ haline gelmiştir.

Yoksulluğun tahrik ettiği problemler öncelikle şu olumsuzlukları yaratıyor:

1. Anarşik toplum,
2. Şiddet ve terör,
3. Din sömürüsü.

Bu problemler, demokrasinin yara almasına ve daha da ürperticisi, dinle terörün birleşmesine, terörün kutsalı arkasına almasına yol açmaktadır.

Yoksulluk, insan benliğindeki onurun, dayanma gücünün paydasını düşürerek insanı sömürü ve aldatma karşısında dirençsiz hale getirmektedir.

Devlet, yurttaşının aşını işinden kazanmasını sağlamak için vardır; sorun çıkarmak ve tahakküm için değil....

Öncelikle, emeğe ihanetin durdurulması ve âdil paylaşımın getirilmesi şarttır. Bunun kısa ifadesi, sosyal adalet ve sosyal demokrasi ilkelerinin hayata geçirilmesi, sosyal devletin yeniden işlevsel kılınmasıdır.

Millî gelirin % 80’lik kısmını nüfusun % 5’inin bölüştüğü bir ülkede, sosyal adalet ve insan hakları çöker. Bunlar çökünce de demokrasi göçer.

Biz, sosyal demokrasi ve sosyal adaleti, ideolojik kavram olarak değil, evrensel insanlık gerçeği olarak algılamaktayız.

Yoksulluk sadece üretim yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Küresel zulümler birinci derecede etkilidir

Yoksulluğun aşılmasında küresel düzeyde işletilecek tedbirlerin aşağıda sıralanan tedbirler olduğu bütün düşünürlerin ortak kanaatidir:

1. İnsan hakkı ihlallerinin durdurulması,

2. İsrafın durdurulması,

3. Paylaşımın geliştirilmesi,

4. Küreselleşmenin sömürü aracı yapılmaması,

5. Nüfus artış hızının mutlaka azaltılması,

6. Ahlaksal kirlenme ile mücadele.

Evet, ortak kanaat oluşmuştur ama ortak eylem bir türlü oluşmuyor. Mesele de işte bu eylem meselesidir.
yılmaz ÖZDİL' N’oolacak bu Başbakan’ın hali?
Deniyor ki: "Dolar, 1.7 liraya çıktı."Kısmen doğru.Tam doğrusu şu:"100 lira, 58 dolara düştü."*O yüzden dikkat edin, millete angut muamelesi yaparak, kişi başına düşen milli gelir "9.333 dolar oldu, hiç bu kadar zengin olmamıştık" diye havai fişek patlatanlar, kişi başına düşen milli gelirin son halinden hiç bahsetmiyorlar!*Mesela Başbakan...Baykal sorunca açıklamıştı.Bankada 1 milyon 800 bin lirası var.312 bin lira da alacağı var.*Bu ay başında, parasını dolara çevirseydi, 1.5 milyon dolar alabilirdi...Şimdi?1 milyon 60 bin dolar alabilir.440 bin dolar içeri girdi yani.*312 bin lira alacağını, bu ay başında tahsil edip dolara çevirseydi, 260 bin dolar alabilirdi... Şimdi, anca 183 bin dolar alabilir... 77 bin dolar da buradan zararda.*Topla...517 bin dolar kaybı var.*Maaşı 9 bin lira...Yemese içmese, her kuruşunu biriktirse, bu 517 bin doları ne zaman yerine koyabilir? Taaa 97 ay sonra!*6 senedir memleketi yönetiyor...8 senelik kaybı var Başbakan’ın.*Tahminim, harıl harıl kurcalıyorlardır şimdi istatistikleri filan... Yarın öbür gün çıkıp, "Gönül zenginliğinde OECD birincisiyiz" derlerse, hiç şaşırmayın.












































































































































































































19 Ekim 2008 Pazar

bir demet fıkra


Fıkra
Temel, inşaatın 10. katında usta olarak çalışmaktadır.
Ayağı kayar, başlar 10. kattan tepe aşağı düşmeye.
1. kata geldiğinde hâlâ umutludur: “Hamdolsun, buraya kadar sağ salim geldik...

---------
Pisi...Melih AşıkAçık Pencere :
Haftanın konusu kediler... Kediler siyasi yaşama Başbakan’ın kedili karikatürü dava etmesiyle girdi... Bir türlü çıkmadı... Kimine göre Başbakan kedilere nankör olduğu için kızıyor.. Kimine göre kedi özgürlüğü simgelediği için AKP çevrelerinde sevilmiyor.. vs...
Ve kedileri anlatan bir küçük fıkra...
Köpek, sahibi için der ki:
Şu uzun boylu adam beni seviyor, her gün beni yanına çağırıyor, oynuyor, okşuyor. Acıktığımda bana yiyecek, susadığımda su veriyor. Başımı okşaması da çok güzel. Bu kadar güzel şeyler yaptığına göre beni gerçekten seviyor. Demek ki benim ‘sahibim bir Tanrı’...
Kedi, sahibi için der ki:
Şu uzun boylu adam beni seviyor, her gün beni yanına çağırıyor, oynuyor, okşuyor. Acıktığımda bana yiyecek, susadığımda su veriyor. Başımı okşaması da çok güzel. Bu kadar güzel şeyler yaptığına göre beni gerçekten seviyor. Demek ki ‘ben bir Tanrıyım’...
--------

Seni Sevmek
Kişi seni severse
Soyunur aya karşı
Sever
Ölüşüne dek
F. H. Dağlarca

---------------

Erkek hep yalan mı söyler? can ataklı
Erkeğin bir kere adı çıkmış yetmişe inmez altmışa. Nedense hep erkeklerin eşlerini aldatması, onlara yalan söylemesi üzerine çeşitlemeler yapılır.

Tamam, erkek çapkındır, gözü dışarıdadır. İyi hepsi doğru da, erkek bu işi tek başına mı yapar yani? Çapkın erkek diyoruz ama, demek ki bir o kadar da çapkın kadın var.

Bugün sizlere yeni öğrendiğim harika bir fıkra anlatmak istiyorum. Haluk Akçay’dan geldi. Bu bir eşlerarası çapkınlık fıkrası. Ama sonu çok sürprizli. Önce okuyun bakalım, sonra iki sorum olacak:

Karı koca akşamki partinin hazırlığını yapıyorlardır. Parti de parti hani, maskeli parti. Erkekler smokin giyecekler ama yüzlerine kocaman bir maske takacaklar. Kadınlar da gece kıyafeti üzerine yüzlerini örtecek maskeler kullanacaklar.

Erkek her zamanki gibi erkenden hazırlanmış. Karısının ise işi bir türlü bitmiyor. Erkek sabırsız tabii. Ama kadın birden “Sevgilim nasıl başım ağrıyor bir bilsen” diyor sonra da ekliyor: “Ben gelmesem olmaz mı?” Adam doğal olarak çok ısrar ediyor ama belli ki karısı kararlı.

Neyse adam zaten hazır, biniyor arabasına ve gidiyor. Kadın önce bir başağrısı ilacı alıyor, sonra gözlerine soğuk havlu bastırıp biraz uzanıyor.

Bir saat kadar sonra kadının başağrısı geçiyor. İçini bir pişmanlık kaplıyor: “Aslında çok ilginç bir parti olmalı, keşke gitseydim” diye geçiriyor içinden. Sonra da “Neden gitmeyeyim ki, hem fena mı kocamı da gizlice izlerim, bakalım çapkınlık yapıyor mu?” diye düşünüyor.

O geceki parti için hazırladığı elbiseyi bir başkasıyla değiştirip bir taksiyle partiye gidiyor. Maskesini takıp kalabalığa karışıyor. Gözleriyle kocasını arıyor, maskeyi bildiği için az sonra da buluyor.

Bir de bakıyor ki kocasının etrafında kadınlar, o da herkesle ayakta flört ediyor, kimiyle dans ediyor.

Kadının aklına şeytani bir şey geliyor. Yavaşça kocasına sokuluyor, önce dans ediyor, sonra iyice sarılıp kulağına aşk sözleri fısıldıyor. Adam da buna kayıtsız kalmayınca birbirlerini otoparktaki bir arabanın içinde buluyorlar. Eh olan oluyor tabii.

Kadın bir daha partiye dönmeden hemen bir taksiyle evine gidiyor ve kocasını beklemeye başlıyor.

İki saat kadar sonra kocası dönüyor. Kadın içindeki müthiş öfkeyi bastırmaya çalışarak “Gece nasıldı sevgilim?” diye soruyor. Adam gayet mutsuz biçimde “Berbattı çok canım sıkıldı” diye cevap veriyor.

Kadın üsteliyor tabii, “Aaa olur mu canım, kim bilir ne güzel kadınlar vardı, hiç dansetmedin mi?” Adam aynı mutsuzlukla “Yok canım ne dansı biz dört arkadaş alt kata inip bu saate kadar poker oynadık” diyor.

Kadın yakalamanın sevinciyle tam başından geçenleri anlatmak üzereyken adam tekrar konuşmaya başlıyor: “Biz eğlenmedik ama Ahmet masada yer kalmadığı için oynamadı, ona da bir kadın asılmış, sonra da otomobile gitmişler, yaşadığı aşk gecesini anlata anlata bitiremedi.”

İşte böyle. Şimdi karar sizin. Adam gerçeği mi anlatıyor yoksa son anda karısını fark ettiği için böyle bir oyun mu oynuyor?

Ya da kısaca kadınlara bir nasihat: “Kocanızın ille de çapkınlık yaptığını sanıp takip etmeye kalkmayın, aklınıza hiç gelmeyen bir durumla karşılaşırsınız sonra.”

*****


‘Cuk’ diye oturan hazır cevaplar

* Lafı uzatanlara ne yapmak lazım diye Farabî’ye sormuşlar, şöyle demiş: “Uzun konuşanı kısa dinlemeli.”

* Cenap Şehabeddin’e “Şu edepsize neden bir tokat vurmadın?” dediklerinde “Eldivenim yoktu, iğrendim” demiş.

* İngiltere Kralı George ile görüştüğü sırada, Gandi’nin üzerinde her zamanki gibi beyaz örtüsü varmış. Davetten çıkınca bir gazeteci sormuş: “Kıyafetiniz, bir kralla buluşmak için yeterli miydi?” Gandi, hiç aldırmadan cevaplamış: “Kral, ikimize de yetecek kadar giyimliydi.”

* Köylü yeni doğan bir sıpayı kucağına almış evine dönerken, iki ortaokul öğrencisi kendisine takılmış: “Hayrola amca, oğlunu nereye götürüyorsun böyle?” Adam, kendine yapılan bu terbiyesizliğe aldırmamış gibi görünerek cevap vermiş: “Gittiğiniz okula kaydını yaptıracağım.”

* Kulaklarının büyüklügü ile ünlü olan Galile’ye hasımlarından biri, “Kulaklarınız bir insan için biraz büyük değil mi?” demiş. Galile “Doğru” demiş, “Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler de bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?”

* İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralı’na gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yamalar varmış. Kral bunları görünce dayanamayıp, “Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı?” diye sorunca, İncili Çavuş “Osmanlılar, adama göre adam gönderirler” cevabını vermiş.

* Vaktiyle Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon Bonapart’a bir muharebede parmağını harita üzerinde gezdirerek, “Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zaptetmeliydiniz” gibi fikirleri biraz da ukalaca söyleyince Napolyon “Evet” demiş, “Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.”
--------------

14 Ekim 2008 Salı

bekir coskun emin çölaşan yılmaz özdil yazıları

Yılmaz ÖZDİL
Höt zöt filan
Şu başlıkları hatırlarsınız...
"Barzani haddini aştı."
"Barzani ağzını bozdu."
"Barzani meydan okudu."
"Barzani kaşınıyor."
"Barzani tehdit etti."
"Barzani rest çekti."
"Küstah Barzani."

*
Barzani, "Türkiye bize karışırsa, biz de Türkiye’ye karışırız" deyince, Başbakan Erdoğan, tokat gibi cevap verdi, "Barzani haddini aştı... Bedeli çok ağır olur, altında ezilir" dedi.
*
Şunları da hatırlarsınız...
Başbakan Erdoğan söyledi:
"Rüzgár eken fırtına biçer!"
"Bedeli neyse, ödetiriz!"
"Kimseye pabuç bırakmayız!"
"Herkes ayağını denk alsın!"
"Sözün bittiği yerdeyiz!"
"Sabır taşımız çatlamıştır!"
"Bıçak kemiğe dayandı!"
"İnceldiği yerden kopsun!"
"Günah bizden gitti..."
*
Netice?
Barzani’yle masaya oturuyoruz.
*
Amerikalı efsane gazeteci Bob Woodward, Başkan Bush’a, "Tarih sizi nasıl hatırlayacak?" diye sormuş...
Bush gülmüş, "Tarihin beni nasıl hatırlayacağını bilmem, pek umurumda da değil doğrusu, çünkü ben o zaman çoktan gitmiş olacağım" demiş.
----------------

Bekir COŞKUN Ürkek kedi...
O "Ben kedi değilim" diye mahkemeye verse de, nedense herkes Başbakan’da bir "kedi" taraf buluyor.
Hülya Avşar da "kedi"den girdi:
"Ürkek kedi..."
Söyleşi yaptığı Başbakan’ı "ürkek kedi"ye benzetmesi, bence kendi açısından doğrudur. Ömründe hiç dans etmemiş birisi, Hülya Avşar’ın karşısına oturduğunda "ürkek kedi" olabilir.
Ben o duyguyu bilirim.
İnsan önce bakacağı yeri bulamaz, sanki garson havadan gelecekmiş gibi arada bir tavana bakar. Ve aklına "Acaba burnumun kılları gözüküyor mu?" şüphesi takılır.
Boyun hafif yana yatar...
Her soruya yanıt verirken "C" harfi biçiminde ayağa kalkıp el ile ceket düğmelerine bastırarak "Arz edeyim efendim" demek ister.
Ama elinin yerini bulamaz.
İşte bunu gören Hülya Avşar’ın "ürkek kedi" benzetmesi doğal.
*
Avşar’ın "ürkek kedi" için "Ortaya çıkmamış duyguları var" görüşü de doğru ama tehlikelidir.
Aman ha, bence ortaya çıkmamış duyguları öyle kalsın...
Aslında bütün kediler paranoyaktır. Dünyanın bütün hareketlerini kendilerine karşı yapılmış sayarlar.
Diyelim ki bizim "Sarı", televizyonun uzaktan kumandasını her elime alışımda bunun kendisine karşı bir tehdit olduğunu düşünür ve benim deliği bulamayan şaşı fare olmamı diler, bilirim ben...
*
Bir tek Hülya Avşar’ın Başbakan için, "İçi öyle dolu ki, bir destek verilse ağlayacak..." sözlerini doğrusu anlayamadım.
Nasıl oluyor destekli ağlama?..
"Beyefendi siz ağlayın, ben sizi desteklerim" mi denir?
Ne bileyim ben...
Hani çocuklara işadamından burs desteği, damada-dünüre kamu bankasından televizyon-gazete alma desteği, yandaşlara özelleştirme desteği, Arap şeyhlerine arsa desteği, sanatçılara(?) TMSF desteği duymuştum da "ağlama desteği" hiç duymamıştım.
Doğrusunu isterseniz; Başbakan’ın ağlayan köylüye-memura-emekçiye destek vermesini umarken, ona "ağlama desteği" diye bir şey hiç aklımıza da gelmemişti.
Bence bu "ağlama desteğini" verse verse yine Hülya Avşar verir.
Programın adı da:
"Destekle ağlayan ürkek kedi..."

-------------

’Hamdolsun sınırda artık askerlerimiz ölmüyor’.yalcın bayer.
TV’de gözlerimle görmesem inanmam. Adamlar sabahın erken saatlerinde katırlara yükledikleri mühimmat ve ellerindeki ağır makineli dahil bir sürü uzun menzilli silahlarla güle oynaya adeta pikniğe gider gibi baskına gidiyorlar. (Aslında o görüntülerin geçen 9 Mayıs’ta çekilen bir başka eylemin görüntüleri olduğunu hatırlatmak isteriz.) Türküler söyleyerek, vardıkları yerde çay demleyip içecek kadar sakin olabiliyorlar. Bundan da kimsenin haberi olmuyor? Nerede bizim BBG evini gözetleyenler, nerede USA uyduları ile o dağları karış karış izleyenler?
Başbakan'dan şu sözleri de bekliyoruz
Nerede saatlerce o karakola yaylım ateşi açanların üzerine gitmesi gereken Apache helikopterleri, F16’lar. İnsanın inanası gelmiyor.
Adamlar geliyor, orada mevzilenip yaylım ateşe başlıyorlar, Adana’dan kalkacak bir uçak veya helikopter oraya en fazla 15 dakikada varır. Nerdesiniz eeeey sorumlular...
PKK sanki danışıklı dövüşe gitmiş gibi... Sanki birilerinden o karakolu basmaları halinde kendilerine en küçük bir karşılık verilmeyeceği garantisi almış gibi... Bu olayın sorumluları mutlaka adalet önünde hesap vermelidir.
Sayın Başbakan, Doğan Medya Grubu ile uğraşacağına, partisindeki bazı rantiyeleri koruyacağına, Deniz Feneri yolsuzluğundan ve Şaban Dişli’nin rüşvet olayından nasıl sıyrılacağını düşüneceğine biraz da Kuzey Irak’ta olup bitenlere gözünü çevirmelidir. 24 yıldır harcanan milyar dolarların hesabını unutmayıp, o dolarların bir bölümünü bir defada harcamayı göze alarak bu işi kökten ve kesin olarak halletmeye kafa yorsanız çok daha iyi edersiniz. ’Hamdolsun’larla devlet yönetilmiyor. Eğer çok istiyorsanız "Hamdolsun sınırda artık askerlerimiz ölmüyor" deyin de bu millet rahat nefes alsın.
Zeki KARAGÜL / ANTALYA
DUAALLAH’ım beni ve insanlarımızı, ’Allah’la aldatanların’ şerrinden koru. (Esrari)
Büyükşehir’de şaşırtıcı haller
İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin ’faaliyetleri’ ile ilgili çok şeyler yazdık. İstanbul’un canına okuyan ’rant’ amaçlı imar planlarını yazdıkça çok ’düşmanımız’ oldu; aynı zamanda bunlara karşı önergeler veren de...
CHP’li bazı meclis üyeleri gazeteciliğin bu denetim görevini "Meclis’in saygınlığına gölge düşürme’ olarak nitelendiriyor; "Bu müfteriliktir" diyebiliyor. Devam ediyor: "Belediye Başkanı’na (K.Topbaş) ve ekibine küfrederek yapılan siyaset, bizim için geçerli bir siyaset değil. Reyting mi yapacağız, hizmet mi yapacağız?" İnanılacak gibi değil...
CHP Meclis Grup Başkanvekili Kemal Akar, imar dosyalarına ilişkin şu bilgileri veriyor dün:
"2004’den bu yana Büyükşehir Meclisi’ne 7.216 imar dosyası gelmiş. Bunların 4.101’i reddedilmiş, 2.115 dosya karara bağlanmış. Karara bağlanan dosyalardan 798’i kamuya ait, 1.317 dosyadan 307’si CHP belediyelere ait, kalan 1.010 dosyadan 262’sine de CHP ret oyu vermiş..."
Peki bunlar bir de tersten okunursa... AKP’nin 28, CHP’nin 4 ilçe belediyesi var. AKP’yi bu kadar savunmayan AKP Grup Başkanvekili Hüseyin Evliyaoğlu’na, CHP’li bazı üyeler soruyor: "Akar’ı AKP Beşiktaş Belediye Başkanlığı için mi düşünüyorsunuz?"
2009 martına kadar daha ’kara cuma’lar göreceğiz. Baykal, daha kaç kez "Orada yavşak ilişkiler var" diye soracak?
Çapan: Hesap sorulacak
ABİSİ Gürbüz Çapan hakkında ’iktidar yandaşı’ medyada yeralan suçlamalar karşısında bir açıklama yapan Zeki Çapan, "Suçlamalar, Bertan Zülaloğlu ve Şeref Düz’ün iftiralarına dayandırılmaktadır. Bu iki isim hiç bir zaman Gürbüz Çapan’ın çalışma ekibinde olmamıştır. Gürbüz Çapan’ın dünya görüşü Cumhuriyetten, demokrasiden, halkın iradesinden ve sandıktan yanadır. Halkın iradesine ipotek koyan, diktaci, darbeci yöntemlerin her zaman karşısında durmuş bu tutumundan dolayı da bedel ödemiştir. Esenyurt Belediye Başkanlığı döneminde izlediği halkçı belediyecilik anlayışına karşı oyunlar oynayan karşı safha geçerek oyun oynayan ’muhbir’lerden adalet önünde hesap sorulacaktır."
EPDK sınavında ilgisiz sorular
12 Ekim’de Ankara’da yapılan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na alınacak uzman yardımcılığı sınavından bahsetmek istiyorum.
Sınavdaki iki sorunun tıpatıp aynı oluşunu bir yana bırakıp şu soruların EPDK uzman yardımcılığı ile ne ilgisi olabileceğini kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum.
Soru: Türklerin din hayatına, yazmış olduğu ’Hikmetler’ adlı eseri ile tasavvufu sokan kimdir?
Soru: Türklerin sosyal ve toplumsal anlayışını anlatmasının yanında bilime verdikleri önemi de gösteren Oğuz-Hun destanı hangisidir?
Soru: Atatürk ve İsmet İnönü’nün portrelerini çizen ressam kimdir?
Uzman yardımcısı almak için yapılan bir yazılı sınavda bu sorular sorulabiliyorsa mülakatta nelerin sorulabileceğini takdirinize bırakıyorum. M.DEMİR
Vakıfbank Frankfurt müdürü neden çağrıldı
DENİZ Feneri davası başlamadan iki gün önce Vakıflar Bankası Yönetim Kurulu, Frankfurt Müdürü Metin Özetci’yi Ankara’ya çağırarak ’genel merkez emrine’ aldı.
Özetci, acilen neden geri çekildi? Bir yolsuzluğu mu vardı? Hakkında bilmediğimiz bir başka soruşturma mı açılmıştı? Yoksa Deniz Feneri’nin paralarının gönderilmesine karşı bir itirazı mı vardı?
Devletin bütün kurumlarını ele geçiren AKP iktidarı ’suskun’ kalmamalı. Cemil Çiçek ve M. Ali Şahin bu konuda kamuoyuna bilgi vermeli. Evet, ’kuryeler’den başka bu paralar hangi banka ile getirildi?
AKMAN-ERMİŞ AKRABA MI
RP kökenli bir dostumuz bazı şeyler anlatırken, Deniz Feneri davasında ’itirafçı’ olarak 1 yıl 10 ay hapse mahkum edilen muhasebeci Firvevsi Ermiş’le, RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın teyze çocukları olduğu iddiasını ortaya attı... Ankara büromuzla görüşen Akman "Ben Çankırılı, Ermiş Burdur’lu" diyerek, iddiayı doğrulamamış... Bilmeyiz, anne tarafından ’yeğenlik’ varsa, mahçup olmasın Akman!...
Biliyor musunuz
ŞİŞLİ Belediyesi tarafından Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Nişantaşı kampusunda yaptırılan 3 bin metrekare kapalı alanı bulunan 4 katlı ’Prof. Erdal İnönü Bilim ve Kültür Merkezi’nin yarın 11.00’de açılacağını... ATAKÖY Konakları’nın (Gül, Keleş ve ortaklarının) önünde yapılmakta olan alışveriş merkeziyle ilgili projedeki eksiklikler ve hafriyat çalışmalarının usulsüz olması nedeniyle Bakırköy Belediyesi’nce mühürlendiğini (8 dönümlük okul yeri ne yazık ki AVM’ye dönüştürülürken, bunun karşılığında 13 okul yaptırılacağı bildirilmişti)...

12 Ekim 2008 Pazar

Marx’ın kehaneti...derya sazak\milliyet

Marx’ın kehaneti...derya sazak\milliyet
Karl Marx’ı okuyup anlamaya çalışanların sonu ‘68 kuşağı’nın trajedisinde gizlidir.
Oysa devlet, ‘soğuk savaş’ koşullanması ve ‘komünizm’i önleme adına, alternatif siyasi-iktisadi tezlerden ürkmeseydi, bugün bir ‘hayalet’ gibi Türkiye’nin üzerine çöken küresel kapitalizmin kriziyle başa çıkmak herhalde daha kolay olurdu.
Leman’ın kapağı ‘sol’u yok sayan anlayışa da yanıt niteliğinde.
‘İdeolojiler öldü’, ‘tarihin sonu geldi’ diyen Batılı düşünürler, ‘kapitalizmin çöküşü’ karşısında dehşet içindeler.
Marx, daha 1848 ‘Komünist Manifesto’da bu sonucu görmüş.
“Ticari bunalımlar dönemsel olarak ortaya çıkıp her seferinde daha tehdit edici bir biçimde tüm burjuva toplumunun varlığını sınava tabi tutarlar. Bu bunalımlarda yalnızca mevcut ürünlerin değil, fakat aynı zamanda daha önceden yaratılmış üretici güçlerin de büyük bölümü periyodik olarak yok edilir. Bu bunalımlarda öyle bir salgın hastalık patlak verir ki, bu aşırı üretim salgınıdır.”
Kapitalizmin, sorunu aşmak için iki yolu vardı:
“Bir yandan, bir üretici güçler kitlesinin zorunlu tahribi yoluyla, öte yandan yeni pazarlar fethetme ve eski pazarları daha derinden sömürme yoluyla. Yani, daha kapsamlı ve daha yıkıcı bunalımların yolunu açarak ve bunalımları önleme araçlarını azaltarak.”
ABD, ‘sistem’i batırma pahasına AB’yi, Rusya’yı, Çin’i batırdıktan sonra ayakta kalırsa ne olacak?!
Marx’ı inceleyen Francis Wheen, Versus Yayınları’ndan çıkan ‘Das Kapital’ adlı rehber kitapçıkta şunu yazıyor:
“Bu durum, hükümetlerin hep kaçınmaya çalıştıkları ‘canlanma ve iflas’ çevrimidir. Marx’a göre kapitalizm var olduğu sürece hiçbir kaçış mümkün değildi. Genişleme ve resesyon şeklindeki gel-git ritmi, aşırı üretim yönünde doğal bir ritmi olan sistemin bir parçası idi. ‘Kapitalist üretimin gerçek bariyeri’ diye yazdı Das Kapital’in üçüncü cildinde, sermayenin kendisidir.”
Sınırsız bir kazanç ve tüketmeye dönük anlayış, sistemin limitlerini zorluyor.
Kapitalizm kendi silahlarının ölümcül tehdidi altındaydı Marx’a göre. İktisadi bunalımların ardından devrimler gelecekti. Tarih, Marx’ı haklı çıkarıyor. Kapitalizmin yaklaşan sonuyla ilgili kehaneti doğrulanıyor.

İnek, beygir ve eşek!..

ercan akyol .haslet soyoz..ciziyorum




İnek, beygir ve eşek!..rahmi turan .hürriyet


POLİTİKACILAR genellikle sadece kürsüye çıktıklarında vatan milleti düşünürler. Kürsüde onları tutamazsınız. Coşarlar da coşarlar!

Kürsüye çıktıkları vakit ülkeye hizmet ettiklerini sanırlar!

Bir kısırdöngüdür bu... Bağırırlar da bağırırlar... Bu atıp tutmaları onların çevresinde vatandaş gruplarının toplanmasına yol açar. Niteliklerine değil, bağırmalarına önem verilir.

* * *

Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen bir öyküsü var. Okurum Orçun Sağyaşar hatırlattı.

Hikáye bu ya... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider.

Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.

Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"

İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:

"Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."

Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:

"Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş."

İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.

İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar.

Eşek keyifli bir şekilde anlatır:

"Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim..."

"Eee, sonra ne oldu?"

"Ne olacak beni başkan seçtiler!"

"Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?"

"Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!"

"Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?"

"Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!"
************







6 Ekim 2008 Pazartesi

erhan göksel yigit bulut yılmaz özdil bekir coskun ciziyorumbugun ne yazdılar

PKK’ya ağır darbe indirdiklerini söylüyorlardı, ne oldu? Büyükanıt Divan-ı Harp'te yargılanmalı
'Her şeyi önceden gören adam'dan eski Genelkurmay Başkanı'na eşi görülmemiş eleştiri

Sansasyonel çıkışları ile tanınan stratejist Erhan Göksel'den tartışma yaratacak sözler.

Beklenmedik çıkışları ile ezber bozan Göksel, Turktime adlı haber sitesine yine çok tartışılacak açıklamalar yaptı. Terör örgütünün son saldırılarının ABD ve diğer bölge güçleri tarafından bilindiğini ve özellikle Türkiye'ye iletilmediğini iddia eden Göksel, hain saldırının gerçekleştiği 5 saat boyunca yardım gelmemesini de 'haberleşme bir devlet tarafından bölgesel olarak bloke edilmiş olabilir' şeklinde yorumladı.

İşte ünlü stratejistin gündeme bomba gibi düşecek açıklamaları:

Milli Gazete’de çıkan bir söyleşinizin Manşeti “Yeni Bir Kriz Etnik Savaş Çıkarır” şeklindeydi. Bu röportajınızın üstünden bir hafta geçmeden Aktütün Karakolu’na yapılan saldırıda 15 askerimizin şehit olduğu haberi geldi. Yetkililer düne kadar sürekli PKK’ya ağır darbe indirdiklerini söylüyorlardı, ne oldu?

ERHAN GÖKSEL: Görünen köy kılavuz istemez diye bir Osmanlı atasözümüz vardır. Bence bu hain saldırı göz göre göre geldi. Olay henüz çok sıcak, duygular çok fazla ve bana gelen bilgiler de çok net olmadığı için sadece fotoğrafa bakarak değerlendirebilirim.
Askeri açıdan bakarsak Bir kere bu saldırı bir ilk. İlk defa gece yerine, öğle ortasında saldırıldı. İkincisi, saldıranlar 400-500 kişi ve bunların görünmeden sınırı geçmesi, hem de ağır silahlarla, imkansız. Arka arkaya dizilseler 1 km. eder ki, uzaydan bile görünürler. Demek ki, ABD’den istihbarat kesilmiş, İsrail’den alınan Heron’lar teröristleri görmemişler… Büyükanıt, "PKK'lı teröristleri BBG evinde gibi izliyoruz" şeklinde yaptığı açıklaması zihinlerde tazeliğini korurken hainler nasıl oldu da sınırdan içeriye 40 km sızabildi? Yoksa biz mi yanlış anladık, Sayın Büyükanıt televizyondaki BBG evini mi izlemekten bahsediyordu?

Demek ki PKK’ya darbe filan vurulmamış.

ERHAN GÖKSEL: Tabi… Çatışmanın 5 saat sürdüğü halde yardım gelmediğine göre, haberleşme de bir devlet tarafından bölgesel olarak bloke edilmiş olabilir. Anlaşılıyor ki TSK’nın kendi teknik imkanları da çok yetersiz. En önemlisi de aylardır aralıksız Kandil’i ve Kuzey Irak’ı bombalamamızın hiçbir etkisi olmamış demek ki. Bence asıl bu sorgulanmalıdır. TSK Türk halkının gözünü boyamış ve hamaset yapmış anlaşılan. Nereleri bombaladılar, boş kampları, boş dağları mı? Askeri ihale açmak için mi, aylar boyunca, hem de yüzlerce kez hava saldırısı ile milyonlarca dolar değerinde bomba atıldı dağa taşa diye sorar birileri bir gün. Açıkça görülüyor ki, PKK bitmemiş hatta gündüz ağır silahlarla saldırabiliyorsa, bu PKK’nın bu süreçte daha da güçlendiğini ve düzenli orduya doğru geçtiğini de işaret eder. Ayrıca maalesef ilk imaj, PKK’nın daha başarılı olduğu şeklinde algılanabilir. Bunu değiştirmek de hamasetle olamaz. Bir de “teröristler 23 biz 15 kayıp verdik” türü açıklamalar akıllara ziyan.

Saldırının zamanlaması da tartışılıyor… Sizce bu saldırı stratejik bir saldırı mıydı?

ERHAN GÖKSEL: Bu saldırının zamanlaması bana rastlantı gibi gelmedi. Büyük hesapta hem gelen ekonomik kriz hem de yerel seçimler öncesi olması anlamlı. PKK, ayrıca DTP’nin kapatılmasını da istiyor gibi. Bu süreçte sıkışan DTP kapanırsa, yerel seçimlerde radikalleşme artar ve bölge belediyelerini, bağımsız adaylarla PKK silme kazanabilir. Bu durum ise Müesses Nizam ve AKP için büyük bir yenilgi olur. Ayrıca başka bir hesapla Altınova’daki etnik gerginliği “etnik bir çatışmaya taşımak” ve bunu tüm Ege bölgesine yaymak PKK’nın ekmeğine yağ sürebilir. Özellikle Batı’daki Kürt vatandaşlarımız baskı altına girerse, PKK için bulunmaz bir fırsat doğabilir. Bunu da bölgedeki Türk vatandaşlarımıza yapılacak provokatif saldırılar izleyebilir. Bu ülkeyi yönetenlerin, başta Başbakan’ın tüm bunları iyi değerlendirmesi lazım. Türk halkına da artık gerçeklerin açıkça anlatılması lazım. Bu halk, yemez içmez, uyumaz ve bütün kalbiyle yine de ordusunu destekler. Bu kadar büyük bir halk desteği olan TSK’nın halka açıklama yaparken artık daha iyi düşünmesi gerekir. Son bir söz söylemek gerekirse bu hain saldırının asıl amacı “TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’Nİ ZAAFA UĞRATMAK DEĞİL TÜRK TOPLUMUNUN ÇİMENTOSUNU ÇÖZMEKTİR”

“ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!”

Aktütün saldırısı ile unuttuk ama günlerdir dünyanın tek bir konusu var: Finansal kriz. ABD bu krizi aşmak için 850 milyar dolarlık yardım paketini devreye soktu. Bu paketin somut getirileri ne olur?
ERHAN GÖKSEL: Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır sadece finans sorunu değildir. Artı yakında “Hedge Fon”lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak hatta katlamak… Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor o da beni en çok endişelendiren husus: “Yeni Savaşlar Ufukta”. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. “ABD Irak’ta savaştığı için ekonomisi battı” diyenler cahil ve cühela. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi.

Yani ABD Irak ve Afganistan savaşlarına bir yenisini mi ekleyecek?

ERHAN GÖKSEL: Evet. Hem de bizim bölgemizde İran ve Kafkasya’da. Özetle, Ortadoğu ve Kafkasya muhtemel hedef alanı. Bunu anlamak için Neo-Conlar’ ın akıl hocası Chicago Okulu’ndan Prof. Leo Strauss’a bakın. Adamın teorisinin adı “Disaster Theory” (Felaket Teorisi) kitabının adı ise “The Shock Doctrine, The Rise of Disaster Capitalism”. Yani özetle Strauss’un söylediği şu “ABD dünyayı ancak kaos ortamında (ya da kaos çıkararak) yönetebilir.”

“AK PARTİ YAHUDİ LOBİSİNİN DESTEĞİNİ ALIP KAPATMAYI ÖNLEMEK İÇİN GAP’I TEKRAR BAŞLATTI!”

Türkler ne yapıyor da Kürtler aidiyet duygusunu kaybediyor? Kürtçe yayınlar yapılıyor, en büyük yatırım güneydoğuya…

ERHAN GÖKSEL: Kürtçe yayın nerede hani? Geçen yıl Başbakan TRT Kürtçe yayın yapacak demişti, nerede? Siyaset “ileri sürülmüş ve kabul edilmemiş tezlerden oluşmadığı” gibi, “yapılacağı addedilen şeylerin yerine getirilmese de olur” denilebilen durumların sonucu da değildir. Güneydoğu’ya yatırım yapıldığı ise gerçekte tam bir palavra. Hükümet hamaset yaparak bu konuyu iç politika malzemesi yapıyorlar.

GAP bir yatırım değil mi?

ERHAN GÖKSEL: AKP iktidara geldiği zaman durdurduğu ilk proje GAP sulamasıdır. GAP’ın bütün sulaması bir Yahudi şirketine aittir. Altı yıldır ödenek vermiyorlardı, Yahudiler’e para gitmesin, GAP yapılmasın diye. AKP’ye işler sarpa sarınca, “GAP’a yeni yatırım” adı altında tekrar ödenek verdiler. Özetle bütün paralar yine İsrail şirketine akıyor. Halka bir şey aktığı yok. İlerde sulanacak araziler de zaten halka ait değil.

Nasıl sarpa sarınca? Ne değişti de Yahudi şirketinin ödeneği serbest bırakıldı?

ERHAN GÖKSEL: AKP, kapatma davasında parti kapatılmasın diye Yahudi dünyasını yana almak için GAP yatırımını yeniden başlattı. GAP’a giden 4,5 milyar doların hemen hemen hepsi Yahudi sermayesinin şirketlerine gidiyor. Yeni bir yatırım değil, eskiye takviye söz konusu olan.

“KİM, KÜRT SORUNUNU HAMASETLE İÇ POLİTİKA MALZEMESİ YAPIYORSA, ASIL AYRIMCI VE BÖLÜCÜ ONLARDIR.”

Devlet Güneydoğu’da maddi ve manevi anlamda yetersiz mi kalıyor? Özellikle bunun tam tersi bilinir…

ERHAN GÖKSEL: Bu söylem de bir çeşit devlet propagandası. Ben Turgut Özal’ın danışmanı olduğum dönemden beri Türkiye’nin en hassas meselesinin “Kürt Sorunu” olduğunu söyledim. O dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güreş, genelkurmay başkanı iken benim bu düşüncelerime çok şiddetle tepki vermişti. 2000 yılında Doğan Güreş benim o tarihte haklı olduğumu anladığını bizzat bana açıkça söylemiş ve “biz yanlış yaptık” demiştir. Zaten Kürt meselesinde yanlış yaptığımızı çok yakın bir zamanda Fikret Bila’ya önce darbeci general Kenan Evren, sonra da bir yığın omzu kalabalık general peş peşe konuşmadı mı?

Diyelim ki Güneydoğu’ya sağlıklı bir yatırım yapılmıyor. Ama bu sadece Güneydoğu için değil de tüm Türkiye için söylenemez mi? Neden sadece Güneydoğu?

ERHAN GÖKSEL: İş artık yatırım meselesini çok aşmıştır. Kemal Yazıcı, 2000’lerde dönemin Ordu valisiydi, Veli Küçük Giresun İl Jandarma Komutanı idi bu zatlar fındık toplamaya gelen gariban Kürt işçilerinin kamyonlarını “Kürt oldukları için” geri çevirdiler. Kimse de hesap sormadı. Daha bu yaz sonu aynı rezalet benzer bir şekilde tekrar yaşanmadı mı? Fındık toplamaya gelen gariban Kürt vatandaşlarımızın, şehirde otellerde konaklamalarına izin verilmedi. Ne yapsınlar, çadır kurdular. Aynı anlayış, PKK bahanesiyle çadır kurmalarına da izin vermedi. TV’lerde o küçücük Kürt çocuklarının sokaklarda, kaldırımlarda yatmalarını izledik hep beraber ses çıkarmadan ve rahatsız olmadan. Maalesef bu ülkenin gerçeği budur. Bunu kimse örtemez. Bunu görmeyenler kim biz Türkler. Türkiye’deki asıl bölücülük bu politikalardır. Bölücülüğe hizmet eden politikalar bu politikalardır. Türkiye’de 15 yıldır Kürt meselesini çözmek istemeyen, çözmek için adım atmayan herkes, bilerek veya bilmeyerek bölücülere hizmet etmektedir. Kim, Kürt sorununu hamasetle iç politika malzemesi yapıyorsa, asıl ayrımcı ve bölücü bence onlardır.

Ama mesela Güneydoğu’ya giden Türklerin de sen Türksün diye ötelendiğini biliyoruz…

ERHAN GÖKSEL: Evet ama bu durum daha çok yeni. Çünkü artık ayrım başladı. Egemen devlet “kendi ideolojisini yaşatabilmek için kendi etnik kimliğinin militanlığını” yapmaz. İngiltere’de etnik anlamda en ağır ceza, İngiliz milliyetçiliği yapmaktır. İngiltere bu nedenle bugün 27 ülkeyi yönetiyor. Avustralya, Yeni Zelanda, Yeni-Gine pasaportuyla İngiltere’de oy kullanırsınız. Ama İngiliz pasaportuyla Avustralya’da oy kullanamazsınız. İngiltere’nin adı İngiltere’de “Büyük Britanya” ya da “Birleşik Krallık” tır. İngiliz adı sadece futbol takımları için kullanılır ki İskoçlar, Galler ve Kuzey İrlanda’nın da kendi milli takımları vardır. Yani serbesttir. Türkiye’de ise karnını doyurmak için seyahat etmek bile Kürtler için yasak olmaktadır.

“TESLİMİYET BAYRAĞI ÇEKEN BÜYÜKANIT DİVAN-I HARP’TE YARGILANMALI!”

O zaman başta söylediğiniz Kürtlerin Türkiye’den ayrılması konusunda endişelenmemeliyiz. Öyle bir sorunları yok…

ERHAN GÖKSEL: Hatırlayın, 1990’da duvar yıkılınca 5 tane Türk devleti kuruldu. Hepimiz büyük bir heyecanla izlemedik mi? Bugün Kuzey Irak’ da bir Kürt Devleti kuruluyor. Bana göre kuruldu bile. Türkiye’nin en “Türk-Kürtleri”nin bile ilgilenmemesi mümkün mü bununla? Herkes ilgileniyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yaptığı en büyük devlet hatası geçen hafta bir mahkemenin verdiği karardır. Bolu’da bir gazete, her şehit için 5 DTP’li öldürün diye yazıyor ve mahkeme de bunu yazanı beraat ettirerek, “fikir özgürlüğü” olarak değerlendiriyor. Bu kararın, “Kürtler öldürülebilir” demekten farkı nedir? Bugün çevremizdeki komşularımız, hatta AB ülkeleri Türkiye’nin düşmanı olabilir. Bizim bu coğrafyada gerçek dostumuz zaten yok. Ama asıl sorun iç düşmanlarımızda bu ülkeyi iç çatışmaya götüren, iç unsurlarımızda. Önemli olan sizin kendi dirayetinizle bu ülkenin bölünmesini engelleyecek yapıyı ortaya koymaktır. Bu ülkenin halkını kucaklamak zorundasınız. Geçen sene olduğu gibi cenaze kaldırılan Şemdinli’de, alçaktan uçuşla beş kez üstlerinden jet uçurulan halk bu ülkenin halkıdır. Bu halk bu ülkenin düşmanı değildir.

Sen eğer Şemdinli’nin üzerinden uçak uçururken onları bu ülkenin halkı olarak görmek istemiyorsan, onlar da bu ülkeden giderler. Giderken de savaşarak giderler. Onun içi eski genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt’ı tarih önünde asla affetmiyorum. Geçen sene Dağlıca baskını sonrasında TSK, kamuoyu önünde baskı altına girince, 11 Aralık 2007’de Yaşar Büyükanıt, televoleci gazeteci gibi ayaküstü demeçler verdi “Terör siyasallaştı ve legalleşti, psikolojik harekatı onlara kaptırdık" gibi sözler, "artık yapılacak bir şey kalmadı" anlamında cümleler sarfetmek, havlu atmak anlamına gelir. Bu "kaptırma" sözcüğü, sadece TSK bünyesinde değil tüm dünya ordularında "savaşta bayrağı kaptırma" anlamını çağrıştırır ki "bunu düşündürmek bir orduyu tamamen berhava etmek"le eş anlamlıdır. Yani Büyükanıt özetle “Biz demokrasi ve özgürlük bayrağını PKK’ya kaptırdık” dedi. PKK siyasallaştı dedi. Masaya oturmaya hazır bir genelkurmay başkanı portresi çizdi. Devletin en yüksek katı bunu diyorsa seni masaya oturturlar. Sen insan hakları bayrağını kaptırdık diyorsan, biz bu güne kadar işkence yaptık demek anlamına gelir. Bir genelkurmay başkanı bunları söylemekten dolayı divan-ı harp’ de yargılanması gerekir. Bu gaflet ve delaletten dolayı mı söyleniyor yoksa, birileri Türkiye’yi masaya mı oturtuyor? Ben bunun için bas bas bağırıyorum. Hayatımın en sert röportajımı da bu nedenle, 17 Aralık 2007’ de Yeni Şafak Gazetesi’nde “Müesses Nizam Dağıldı” diye yaptım.

Sizce, Türkiye masaya mı oturtulmaya sürükleniyor?

ERHAN GÖKSEL: Eski Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, Cumhuriyet tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir şekilde Türkiye’nin elini bağlayacak demeçlerle teslimiyet tohumları ekmiştir o konuşmasıyla. Onu da daha sonra başkaları takip etti. Bana göre bu sözleri, gaflet ve delalet içinde söylemedi. Uluslararası güçler direttiler, Türkiye masaya oturtulmaya çalışılıyor. Öcalan’a Ankara’da politikanın önünü açmaya çalışıyorlar. Ve kimileri cahilliğinden, kimileri vurdum duymazlığından, kimileri de işbirlikçi olduğu için buna gizli veya açık hizmet ediyorlar.

“KAPATILMA DAVASI KÜRESEL BİR TEZGAHTI… BU DAVAYLA AKP KENDİNİ KÜRSEL SERMAYEYE TESLİM ETTİ!”

Öngörülerinizin isabetleriyle tanınıyorsunuz. Tüm bu sorunların çözümünün ana hatları nelerdir? Devlet ne yapmalı?

ERHAN GÖKSEL: Krizlerin, sorunların, kaosların önlenmesi için bir ülkenin yönetiminin bilgili olması lazım. Bu ülke iyi yetişmemiş insanları yönetici seçmiştir. Hem yönetim hem zihniyet değişmedikçe, Türkiye bu coğrafyada devam edemez. Geçmişte bu ülke Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi iki tane iyi yetişmiş başbakan çıkardı. Ancak onlardanda Halkın ağzı yandı. Ardından da yağmurdan kaçalım derken, bu sefer de da iyi yetişmemiş ve ehliyetsiz kişileri seçtiler. Dünyanın hiçbir yerinde ehliyetsiz insanlara ülke yönetimi teslim edilmez. Ülkenin başbakanı çıkıp Mortgage’ı TOKİ ile benzeterek açıklıyorsa, Avrupa’da el koyulan bankaların Türkiye’deki mudilerini Avrupalı sanıyorsa, onu bir kasabaya belediye başkanı bile yapmazlar dünyada. Bu süreçlerin hepsi iç içedir hiç birisini birbirinden ayıramazsınız. Zira “Bilgi bir bütündür”.Hatırlatayım, Türkiye 2001 krizine durup dururken girmedi. 1999 yılında Türkiye’nin IMF’ye gitmeye ihtiyacı yoktu. Ama birden bire Ecevit’i IMF’ye götürdüler. Kasım 2000’de önce küçük bir kriz, dört ay sonra, Şubat 2001’de de büyük kriz çıktı. Altını çizeyim, Ecevit Hükümeti ve Türkiye, IMF politikalarına uymadığı için kriz çıkmadı. Tam tersine Türkiye, IMF’ in bütün politikalarına tam uyduğu için krize girdi. Ecevit ve Türkiye Irak’ın bütünlüğünden yanaydı. Krizle, Ecevit’i tasfiye ettiler. Amerika’nın Irak operasyonlarının önü açıldı.

Şimdi neler oluyor? Durumun bir benzerliği var mı?

ERHAN GÖKSEL: Daha da kötü. Şimdi Türkiye yeni bir krize sürükleniyor. AKP, kapatılma davasıyla kendisini “küresel sermayeye” teslim etti. Bu da bence bir tezgahtı. Biz AKP’ nin kapatılmayacağını davadan tam üç gün önce kimden öğrendik? Hatta 6-5 oy oranını Türk Halkı kimlerden öğrendi? Küresel Sermaye’ den öğrendik. Oylamayı bile söylediler. Siz bütün stratejik kurumlarınızı, bankalarınızı, yabancılara kaptırdıysanız ekonominizi yabancılar elinde tutuyorsa sizin siyasi bağımsızlığınız yoktur. Ekonomisini elinde tutmayan hiçbir ülkenin bağımsızlığı yoktur. Tarih böyle der.

TALAT ATİLLA & ERSİN TOKGÖZ / TURKTIME
-----------
* Hesap ver! Ali Babacan…yigit bulut/analiz yorum
Tarih 27 Eylül 2008… TV’lerde seyrettiğim bir görüntü kaldı aklımda New York’ta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sözde Irak Devlet Başkanı Talabani ile görüşüyor, yanında da muhteşem Dışişleri Bakanı Ali Babacan var…

Birileri konuşuyor, Babacan da sürekli gülüyor! Arkasından açıklamalar geliyor “…Talabani, PKK ile mücadeleye devam dedi”…

Tarih 3 Ekim öğleden sonra… Güpegündüz 300’den fazla “Talabani-Barzani destekli” adam, sınırı geçiyor ve Amerikan uydularının çektiği fotoğraflara poz vere vere Türk askerlerini şehit ediyorlar… Tekrar ediyorum gündüz öğleden sonra başlayan saldırı saatlerce devam ediyor…

Bu noktada Talabani ile iki haftadan az bir süre önce beraber “mutlu kareler” veren muhteşem Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a soruyorum

1- Barzani ve yanındakilerle “New York’ta ne konuştunuz?” Arkasından yapılan “PKK ile mücadeleye devam” mesajı ne anlama geliyordu? Böyle mi devam edilecek?

2- Amerika ile “anlık istihbarat” anlaşmamız vardı. Bırakın “askeri istihbarat” uydularını, internetten hiçbir ücret dahi ödemeden “google earth programına” girer ve 15 dakikalık resimleri karşılaştırırsanız, hareket eden 300 kişilik bir gurubu rahatlıkla görebilirsiniz. Peki Sayın Dışişleri Bakanı ne oldu “askeri istihbarata?” Böyle mi “istihbarat anlaşması” yaptınız ?

3- Talabani ve yanındakileri ziyaret etmeye gittiğinizde ne konuştunuz? Iraklı yetkililer hemen saldırıdan sonra “burası insansız bölgeydi, bizim kontrolümüz dışındaydı” açıklamasını yaptı. Dışişleri bakanı olarak daha önceki görüşmelerinizde “buranın insansız bölge olduğunu ıraklılar ile tartıştınız mı?”. Eğer bunu biliyorsanız “Askeri yetkililere bu bilgiyi aktardınız mı?”. Eğer bilip de aktarmadıysanız bunun yaptırımı şahsınıza nedir acaba?

Sevgili dostlar, oynanan oyun artık iyice bizleri “aptal yerine koyma” sürecine dönüştü!

Orada Türk askerine saldıranlar PKK falan değil “o sınırı geçenlerin” adını PKK koyabilirsiniz… Orada Türk askerine gerçekten saldıranlar “Talabani ve Barzani” destekli “gruplar”… Onların adamları… Bazıları belki de devlet dairelerinde çalışıyor…

Sevgili dostlar, Türkiye “kafasını kuma gömerek” terörün gerçek kaynağının “Talabani-Barzani” ikilisi olduğunu “görmezden gelerek” yoluna devam edemez! Siyasetçiler, bu gerçeği “neşter atmak zor olduğu” için “görmemeye çalışarak-bizi oyalayarak” gün geçirmeyi deneyebilir… Ama Türk Halkının bu “iki adamın” ihtiraslarına, emellerine “dur dememe uğruna” verecek canı artık kalmamıştır! Anlatabiliyor muyum ya bu iki “başı ezeriz hep beraber, ya da bu yolda hep beraber yok oluruz!” Topyekun mücadele böyle olur! Sayın Cumhurbaşkanı!

Sonuç: Bir vatandaş olarak merak ediyorum Türkiye’nin “Barzani-Talabani” ikilisine “dur” diyecek askeri gücü ve önemlisi siyasi kararlılığı var mıdır!

Son söz: Evet, Ali Babacan, hesap verme ve yukarıdaki sorulara cevap verme zamanı! 15 eve ateş düştü, her şeyi boş verin en azından bu insanların ailelerine biraz saygınız varsa, çıkın konuşun!

Not: İsrail 2 askeri kaçırıldı diye “Lübnan’ı işgal etti”. Bizim gazetelerde utanarak şu haberi okuyorum aynı yerde 43 şehit verdik! Aferin bize “Talabani-Barzani’ye bir şey olmasın”, biz evlatlarımızı gömelim!
--------bir haber /vatan
Suudi kadına ‘göz hapsi’
"İki göz erkekleri baştan çıkartıyor kadınlar tek gözünü de kapatsın"

Suudi Arabistan’ın önde gelen din adamı Şeyh Habadan, “İki göz erkekleri baştan çıkarıyor” diyerek kadınların sadece tek gözlerini açıkta bırakmalarını istedi

Katı şeriat kurallarıyla yönetilen Suudi Arabistan’da kadınlara hayatı zindan eden aşırı muhafazakârlar, yasak getirmekte dur durak tanımıyor. Kadınların tepeden tırnağa örtünmeden sokağa çıkamadığı, kamuya açık yerlerde akrabası ya da eşi olmayan erkeklerle birarada bulunamadığı, hatta otomobil kullanamadığı ülkede üst düzey bir din adamı, kadınların sadece bir gözleri açık kalacak şekilde örtünmelerinin şart koşulmasını önerdi. Aşırı muhafazakâr Suudiler arasında büyük saygınlığı olan Şeyh Muhammed el Habadan’a geçen hafta katıldığı bir televizyon programında “Müslüman kadınların yüzlerinin hangi bölümlerini örtmeleri gerektiği” sorusu yöneltildi. Kadınların sadece saçlarını kapatan örtüler takmasının yanlış olduğunu savunan Habadan şöyle konuştu: “Kadınların yalnız gözlerini açıkta bırakması da sakıncalı. İki gözün açıkta kalması, kadınları makyaj yaparak baştan çıkarıcı bir hale gelmeye özendiriyor. Kadınlar ya yüzlerini tamamen kapatmalı ya da tek gözü açıkta bırakan çarşaflar giymeli.”
Haslet Soyöz

1 Ekim 2008 Çarşamba

Warren Buffet’in yeni çıkan biyografisi

Warren Buffet’in yeni çıkan biyografisi
78 yaşındaki Buffet, 62 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin yatırımcısıdır. işte görüsleri

Sırası öngörülemiyor

“Birinci Kural: Asla para kaybetme. İkinci Kural. Birinci kuralı asla unutma.”
“Menkul kıymetler borsası faal olanlardan sabırlı olanlara para transfer etmek üzere tasarlanmıştır.”
“Fiyat ödediğindir. Değer eline aldığındır.”
“İnsanların açgözlülük, korku ve budalalık dolu olacağını öngörmek mümkündür.
Bunları hangi sıraya göre olacaklarını öngörmek mümkün değildir.”
“Nasıl zengin olacağınızı size söyleyim. Kapıları kapatın. Başkaları açgözlü iken korkak olun. Başkaları korkak olduğunda açgözlü olun.”
“Risk ne yaptığını bilmemekten doğar.”
“Eğer bir hisseyi on sene elinde tutmak seni rahatsız edecekse on dakika elinde tutma.”

Buffet uzun ve derin bekliyor

*******************
Geriden dünya şampiyonu...


Cumhurbaşkanı Gül:

"Türkiye’yi kimse geri götüremez!"


Başbakan Erdoğan:

"Türkiye’yi kimse geri götüremez!"

Meclis Başkanı Toptan:

"Türkiye’yi kimse geri götüremez!"

Ekonomi Bakanı Şimşek:

"Türkiye’yi kimse geri götüremez!"
*
Haber şöyle:

"Türk sporcu Ömer Aslan, İtalya’da düzenlenen Dünya Geri Geri Koşma Şampiyonası’nda dünya rekoru kırarak, altın madalya kazandı."
*
Belki gözünüzden kaçmıştır...

Çinlilerin uzayda yürüyüş yaptığı güne denk geldi, bu büyük başarımız.
*
Ülkemiz fevkalade ileri gittiği için, üniversite mezunu olduğu halde iş bulamayıp, pastanede part-time garsonluk yapan şampiyonumuz Ömer Aslan, "Türkiye’de maalesef geri geri koşulacağını kabullenmeyen bir zihniyet var... Sponsor arıyorum, ’herkes ileri koşarken, biz geri geri koşana mı destek olacağız’ diyorlar, üzülüyorum bu duruma" dedi.
*
Gel de kahrolma...

"Geriden" iyi bir nesil geliyor diyoruz, hükümeti bi türlü inandıramıyoruz!

“Kimse Türkler gibi,

Oturalım beyler!
Mümin Sekman’ın “Ulusal Ataleti ve Tembelliği yenmek” adlı kitabında, kendini “Saldırgan gezgin” olarak tanımlayan Amerikalı yazar Pritchett’in yazdıklarını birlikte okuyalım:
“Kimse Türkler gibi, güzel, rahat, yayılıp gevşemiş olarak, ilik ve kemiğiyle, ruhu ve bedeniyle oturamaz; otursa da keyfini çıkaramaz. Oturmak Türk insanının özgün niteliğidir. Bedenin her hücresi, yüzünün çizgileri ile oturur. Sanki hiç kalkmamış ya da kalkmayacakmış gibi. Başkalarını, evine, ofisine, odasına, okuluna, kahvesine, bahçesine oturmaya çağırır. Gelmeyince gücenir. Oturmayan konuğun ziyareti sayılmaz. Oturanlar da birbirini oturmaya davet eder. Resmi toplantılarına ‘oturum’ derler. Oturumlara ad ve sayı veririler. En ciddi konuşmalar bir köşeye çekilip oturarak yapılır. Üç - beş hal hatırdan sonra oturanlar genizlerini temizler, derin bir sessizliğe gömülür, oturmaya devam ederler.”

marx bize gülümsüyor

Leman 883

KARACA EMLAK GAYRİMENKUL HİZMETLERİ

kelepirx emlak acil satılık emlak ilanları,konut,işyeri,ücretsiz danışmanlık !!!emlax

TEKNİKANALİZ HALİL RENCBER

 
META Tag Generator