"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatidir. "

bush ve ayakkabı

3 Eylül 2008 Çarşamba

3/09/2008 bugun ne yazdılaR

Doğruluk ve sorumluluk sahibi kimse lider olmaya layıktır.
Cicero


Tabağa, bardağa bakmıyor ama lokantalar kapanıyor
tufan türenç

GEÇEN yıl seçimlerden 4-5 ay önce Oktay Ekşi ile Ordu’ya gitmiştik.

Ordulu olan Oktay Ekşi’nin bir arkadaşı yemek verdi. Yemekte vali, belediye başkanı ve kentin bazı ileri gelenleri de vardı.

Deniz kıyısında bir restoranda verilen yemekte politika konuşulmadı. Konu Ordu ve sorunlarıydı.

Yemekte doğal olarak içki servisi de yapıldı.

Ordu’nun genç, başarılı valisi Said Vakkas Gözlügöl de bizimle birlikte bir kadeh beyaz şarap içti.

Yemekten sonra Oktay Ekşi ile aramızda şöyle bir konuşma geçtiğini anımsıyorum.

"Vali şarap içti diye bir kazaya uğramasa bari. Uğrarsa valiye de, Ordu’ya da yazık olur."

Korktuğumuz başımıza geldi.

Said Vakkas Gözlügöl AKP’li bazı milletvekillerinin hışmına uğrayarak 5-6 ay önce Ankara’ya, merkeze alındı.

Benim kanım büyük olasılıkla valinin ipi o gün, o yemekte çekildi.

Oktay Ekşi de aynı görüşteydi.

* * *

Bu olay, Moda İskelesi’ne konan içki yasağına semt sakinlerinin gösterdiği tepki gazetelerde haber olunca aklıma geldi.

AKP Türkiye’deki laik yaşam biçimini, İslami yaşam biçimine dönüştürme statejisini adım adım yürütüyor.

2000 yılında onarılan Moda İskelesi’nde içki servisi yapılıyordu.

Ancak bundan iki ay önce Büyükşehir Belediyesi işletmecinin sözleşmesini uzatmadı ve iskelenin işletme hakkını kendi şirketi Beltur’a verdi.

Bu operasyonun amacı burada içkiyi yasaklamaktı.

Nitekim öyle de oldu.

Pek çok yerde olduğu gibi bu da bir dayatmaydı.

Moda sakinleri bu dayatmaya karşı tepki koydular ve her cuma günü akşamı içkilerini alıp iskelenin önünde oturma eylemi yapmaya başladılar.

Geçtiğimiz hafta lokantaya girmek istediler ama içeri sokulmadılar.

Beltur yetkilileri hemen polis çağırarak önlem aldırdı.

Biraz itiş kakış oldu, ama hiçbir şey değişmedi.

Moda’daki cihat kazanılmıştı ve kale geri verilmeyecekti.

* * *

AKP’nin Türkiye genelinde fethettiği kaleler hızla çoğalıyor.

Anadolu kentlerinde içki servisi yapılabilen lokanta sayısı parmakla sayılacak kadar azaldı.

Bazı kentlerde sadece meslek odalarının lokalleri kaldı.

Büyük kentlerde ise kalelerin fethi, Anadolu’daki kadar pervasızca yapılamıyor.

Daha ince bir strateji gerektiriyor.

İstanbul’da belediyeye bağlı köşk ve kasırlarda içki servisi tamamen sona erdi.

Bunun dışında park ve bahçelerin içinde bulunan işletmeler de içki satılmamak koşuluyla kiraya veriliyor.

Ama Başbakan Erdoğan’a sorarsanız kendileri kimsenin tabağına, bardağına bakmaz.

Yani kimsenin yediğiyle içtiğiyle ilgilenmez.

Böyle diyor Başbakan, ama içkili yerlerin tek tek kapatılması için yürütülen salam politikası sürüyor.

Hani AKP insanların yaşamlarına karışmazdı.

Hani iktidarlarında dayatma, baskı söz konusu değildi.

Anayasa Mahkemesi’nin kararından ders almayan AKP’ye Atatürk’ün şu sözünü de anımsatmak istiyorum:

"Yaşamda ileriye doğru değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar, medeniyetin akıp giden selleri altında boğulmaya mahkûmdurlar."
Melih AşıkAçık PencereBinmişiz alamete...

Bu ülke yönetiliyor mu? Bir ülke böyle mi yönetilir? İşe bakın... Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, TIR’ları gümrükte bekleten Rusya’ya kafadan misilleme başlatıyor. Aynı gün Bakanlar Kurulu toplanarak misillemeyi durduruyor. Bakan boyundan büyük işlere kalkışmış, devletin inandırıcılığını üç paralık etmiş. Ama hâlâ koltuğunda...
Rusya ile Kafkasya arasındaki sorunu çözmeye soyunan Başbakan küçük işlerle uğraşmadığından TIR’lar yine gümrükte bekliyor.
Ayrıca hem o hem de Cumhurbaşkanı karar vermesi zor mu zor, hayati önemde bir sorunla karşı karşıyalar:
- Ermenistan’a gitmeli mi, gitmemeli mi? Maçı nerede seyretmeli?
“Dolmayı zeytinyağlı mı yapsak, yoksa etli mi?” ikilemi kadar beyin yıpratıcı bir sorun bu... Günlerdir karar veremiyorlar. Bir davet patlatıp Ankara’nın elini ayağını birbirine dolaştıran Ermenistan Cumhurbaşkanı karşıdan kıs kıs gülüyor.
Derken bir de Dişli olayı çıktı başlarına... Minare kılıfa sığmadı. Dişli Şaban, CHP’nin iftiralarıyla partisi yıpranmasın diye yöneticilik görevinden istifa etti. Ama TBMM’den istifa etmiyor... Partisinin yıpranmasına kıyamıyor ama TBMM’ye kıyıyor. 1 milyar dolar nerede peki? Onun yerini de söylemiyor muzip adam!
Bir de Ataköy olayı var. TOKİ bir yıl önce Ataköy arazisini satışa çıkardı. Arazinin üzerindeki işletme hakkı daha önce 33 yıllığına DATİ adlı bir ortaklığa verilmiş. Bu araziyi kim para verip alır? Sadece DATİ alır. Referans gazetesi, “Adrese teslim ihale” diye kampanya başlattı. İhale iptal edildi. Bu yıl 3 Eylül’de ihale (oyun) tekrarlanıyordu. Meslektaşlar yine “Adrese teslim ihale” diye ayağa kalktı. Yine iptal. Üç beş gazeteci olayı izlemese 3 milyar dolarlık peşkeş gerçekleşecekti. Erdoğan Bayraktar ikinci kez basına yakalanıyor. Devletin en değerli arazilerinin emanet edildiği TOKİ de işte böyle yönetiliyor...
Binmişiz alamete... Ya bir yere toslarız ya da gideriz kıyamete...

Türkiye’deki savcılar geçmişten bu yana devlet içindeki tüm hırsızlıkları Ergenekon gibi titizlikle takip edebilseydi şimdiye dek çoktaaan süper güçolmuştuk...
Haldun Ertem

HÜKÜMET neden ürününü erken teslim eden fındıkçıya az, geç teslim edene çok para veriyor. Alper Özgür Akbulut izah ediyor:
“Fındığı geç satanlara yüksek fiyat verilmesinin sebebi, paraya acil ihtiyacı olan üreticiler tüccara 3 YTL gibi bir fiyattan satsın, dayanma gücü olan tüccar da 3 YTL’ye aldığı fındığı 5 YTL’ye satıp yüzde 66 kâr etsin diyedir.”

HALEN hapiste olan generallerden “Horgeneral” diye söz etmiştik.
Emekli asker Şenol Onay, Güncel Yayıncılık tarafından yayımlanan hiciv romanının “Horgeneral” adını taşıdığını, bu sözün patentinin kendine ait olduğunu yazmış... Duyurmuş olalım...

Nasıl AKP’li?
AKP İzmir İl Başkanı Aydın Şengül, geçen perşembe günü Balçova’da oğlunu sünnet ettirdi. Devlet Bakanı Mehmet Aydın, İzmir Valisi Cahit Kıraç ve çok sayıda davetlinin katıldığı düğüne hediye olarak çok miktarda altın ve para geldi. Aydın Şengül bu altın ve paraları ne mi yaptı? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığını yapmadı. Torbaya doldurup evine götürmedi. Davetlilerin gözü önünde bir tutanak tutturdu ve 25 bin YTL tutan takıların tamamını İzmir Sokak Çocukları Derneği’ne bağışlayacağını bildirdi. Sebebini de şu sözlerle izah etti:
- İl Başkanı olmasaydım bu kadar hediye gelmezdi. İl Başkanı olduğum için davetli sayısı ile takıların miktar ve değerinde artış olmuştur. Sıfatım nedeniyle takılan bu takıları kendi malımız olarak kabul etmemiz doğru olmazdı.”
Bu sözler birileri için yüz kızartıcı olmalı.. Ama...

“İNSANİ yardım götürecek” diye
Karadeniz’e çıkmasına izin verilen
Amerikan savaş gemisi Gürcistan’dan sonra Sivastopol limanına da gitmiş.
Mübarek, “O liman senin, bu liman
benim” gezdiğine bakılırsa savaş değil, aşk gemisi...

Şarköy’den...
Nagehan Sezer adlı vatandaş Şarköy’de bir bina yaptırıyor.. İskân ruhsatı için belediyeye başvuruyor. Yanıt alamıyor. AKP’li başkan Can Gürsoy’a çıkıyor... Başkan karşı teklifini söylüyor:
- 14 ton demire ihtiyacımız var, verirsen iskân ruhsatı veririz...
Bina sahibi 28 milyar lira tutan bu rüşveti veremiyor...
Derken binanın altındaki dükkânları kiralamaya Zapsu ailesine ait A 101 market zinciri talip oluyor. Ruhsat gene yok. Fakat AKP Genel Başkanı danışmanı Cüneyd Zapsu’dan bir telefon gelince manzara değişiyor. Alttaki dükkânlara ruhsat çıkıyor. Şimdi binanın ruhsatı gene yok ama altındaki marketin işletme ruhsatı var... Rezaletin daniskası...

-------------

Metin Münir...“Milli” Görüş, yersen
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından hapis cezası affedildikten sonra ilk defa cumada halk arasına çıktı.
Her zamanki gibi ceketli, kravatlı ve şıktı. Ama çok yaşlanmıştı. Sırtı kamburlaşmıştı. Küçük adımlarla, güçlükle yürüyordu. Kolunda iki kişi vardı. Onu adeta sürükleyerek camiden içeri soktular.
Namazdan sonra kameraların karşısına çıktı. Konuşması da yavaşlamıştı. Ama, hâlâ kelimeleri şekerleme gibi emdikten sonra, her birini itinayla teker teker ambalajlayıp ağzından çıkarıyordu.
Konuşmaya başlar başlamaz, 82 yaşındaki Necmettin Erbakan’ın eski Erbakan olduğu anlaşıldı. Meydan okuyan, pişman olmamış, bıraktığı yerden başlamaya hazır.
Bu bizim siyasi liderlerin bir özelliği: Politikayı ayaklar önde terk ediyorlar. İnönü öyle idi. Ecevit öyle idi. Demirel (Allah gecinden versin) öyle olacak.
Bu değişmemek. Yaşlanmak ama olgunlaşmamak.
Özden çok “avaz” olmak.
Sis bulutu içinde iş görmeyi sevmek.
Şaşırmaca, yanıltmaca, kandırmaca uzmanı olmak.
Olduğun gibi görünmemek, göründüğün gibi olmamak.
Erbakan’ın ortaya çıkmasından birkaç gün önce eski bir Hazineci arkadaşımdan mail aldım. Mail’in ekinde Erbakan’ın başbakanlığından (Haziran 1996-Haziran 1997) kalma bir bakanlar kurulu kararı vardı (Tarih 20/3/1997, No. 9532) Kararnamenin konusu Ilısu baraj ve hidroelektrik santralının inşasıydı.
“Milli” Görüşçü Erbakan bu kararnameyle “baraj ve hidroelektrik santral inşaatının... UBS bankasınca yeterliliği kabul edilecek inşaat firmaları arasında kurulacak ortaklık” tarafından gerçekleştirilmesini emrediyordu.
UBS bir İsviçre bankasıdır. Yabancı bir bankaya Türkiye’de yapılacak bir barajın müteahhitlerini elekten geçirme yetkisi vermek normal bir uygulama değildir. Ne bizde, ne de başka ülkelerde. Sömürgeler hariç.
O zaman Erbakan bir “gâvur” bankasına neden bu olağandışı görevi vermiş olabilir? Ne karşılığına? Belki gelecek cumadan sonra bunu açıklar.
Sonuçta, Erbakan’ın Ilısu üzerine baraj yapma girişimi Hasankeyf dolayısıyla kopartılan uluslararası papara nedeniyle terk edildi. Erdoğan ikinci bir deneme yapıyor ama büyük bir olasılıkla o da aynı nedenlerle yakında başarısızlığa uğrayacak.
Unutmadan. Kararnamenin altında sadece Erbakan’ın (ve Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel’in) imzası yoktu.
Aynı kararnamede yakından tanıdığınız birçok kişi var.
Mesela: O zamanlar Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Tansu Çiller. Devlet Bakanı Abdullah Gül. Maliye Bakanı: Abdüllatif Şener. Ve o diğer ünlü siyaset maratoncusu: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Recai Kutan.
Birçok politikacının konuşmalarından Amerikalıların bullshit dedikleri zırvaları sıyırıp atacak olursanız geriye ne kalır?
--------------
Sağına sarmısak, soluna soğan
On yıllık komadan uyanan bir kişi getirelim gözümüzün önüne.
Diyelim ki 1998 yılında bir kaza sonucu komaya girmiş ve bu on yılı derin bir uykuda geçirmiş.
Sonra birdenbire gözlerini açmış, şimdi bir nekahet döneminin ardından yeni dünyayı, yeni Türkiye’yi anlamaya çalışıyor.
Bu yurttaşımızın, komaya girmeden önce sol eğilimli bir kişi olduğunu varsayalım ve ona bazı sorular soralım:
Mesela diyelim ki:
“Ermenistan’da bir maç oynanacak. Cumhurbaşkanı’nın bu maça gitmesi ya da gitmemesi tartışılıyor. Kimileri diyor ki, gidilebilir ve böylece bir barış mesajı verilebilir. Kimileri de buna şiddetle karşı çıkıyor, Erivan yerine Bakü’ye gidilsin diyor. Sizce bunların hangisini sağcı, hangisi solcu?”
Adamcağız bu soruyu elbette “Barış için Erivan’a gidilsin diyenler solculardır, Bakü’ye gidelim diyenler de sağcılardır!” diye cevaplayacaktır.
Çünkü aradan geçen yılların, sağ ve solun savundukları prensipleri tamamen tersine çevirdiğini bilemeyecektir.
Türkiye’de sol partilerin(!) hâlâ barışı savunduğunu sanmaktadır.

*****

Bir başka soru şöyle olabilir:
“Kıbrıs’ta çözüm isteyenler kimdir!”
“Elbette solculardır.”
“Peki sağ ne yapar?”
“Çözümsüzlük ister, vurup kırma peşinde koşar.”
Yurttaşımız yine yanılacaktır, çünkü eski parametrelerle düşünmektedir.

*****

Bir soru daha sorup, komadan yeni uyanmış hastamızı rahat bırakalım isterseniz:
“Türkiye’de özgürleşmeyi, reformları ve Avrupa Birliği üyeliğini kim savunur?”
“Sol elbette!”
“Peki bu durumda dinciler ne yapar?”
“Bütün Hıristiyanlardan olduğu gibi Avrupa Birliği’nden de nefret ederler. Onların patates dininden olduğunu öne sürerler. Şark Birliği kurulmasına çalışırlar. Dolayısıyla AB’yi destekleyenler solcular, AB’ye karşı çıkanlar ise sağcılar, dincilerdir.”

****

Hastamızı çok yorduk ama gelin bir soru daha soralım:
“Susurluk skandalını hatırlıyor musunuz?”
“Elbette derin devlet, siyaset, çeteler, mafya... Hatta komaya girmeden önce, protesto için ışıkları söndürmüştüm.”
“O olayların merkezinde bulunan bazı kişiler hapiste.”
“Ooo çok iyi!”
“Peki sizce bu kişilerin avukatlığını sağ mı yapar sol mu?”
“Bu da sorulur mu, elbette sağcılar Susurluk’tan yana çıkar. Zaten Erbakan Susurluk için fasa fiso dememiş miydi.”
“Ya solcular ne yapar?”
“Susurluk sanıklarının hesap vermesini ister. Çünkü onlar arkadaşlarının katilleridir.”

*****

Şimdi bu adamcağıza düşündüğü her şeyin ters olduğunu, bu ülkede artık kendine sol diyen partilerin militarizme, AB karşıtlığına, Susurluk avukatlığına kaydığını, buna karşılık dincilerin reformculuğa, AB yandaşlığına soyunduğunu anlatsaydık bize inanır mıydı acaba?
Sanırım inanmazdı.
On yılda bu kadar değişikliğin mümkün olamayacağını düşünürdü.
Eğer inansaydı zaten, belki de komadan uyanmamış olmayı tercih ederdi.
Hele bir de bütün bu değişimin, solun aymazlığı ve kendi değerlerini altın tepsiyle karşı tarafa sunması yüzünden olduğunu öğrenseydi, herhalde “ört ki ölem!” demekten başka çare bulamazdı.

Ankara’da büyük iktidar savaşı
Günümüzün en şiddetli siyasi savaşı nerede sürüyor? “AKP-CHP arasında” derseniz değil. “Laikler-dinciler” derseniz değil. “Globalciler-ulusçular” derseniz yine hayır.
Günümüzün en şiddetli siyasi savaşı Ankara’da Melih Gökçek ile Turgut Altınok arasında yaşanıyor.
Biri, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı. Diğeri, Ankara Keçiören Belediye Başkanı. İkisi de AKP’li. Birbirlerinin can düşmanı.
Peki neden bu kavga ve düşmanlık? Çünkü, Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok, ilk yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmak istiyor. Melih Gökçek de uzun yıllardır sürdürdüğü “Ankara Krallığını” bırakmak istemiyor.
Akıl ve mantık açısından bakarsanız Melih Gökçek bundan sonraki seçimleri de büyük farkla kazanır. Yani Ankara’da AKP için yeni bir aday arayışına hiç gerek yok.
Ama durum öyle değil. Çünkü Başbakan Erdoğan önümüzdeki yerel seçimlerde Gökçek’in yerine Altınok’u aday göstermek istiyor. Bunu Altınok’a söylediği de biliniyor. Bu nedenle çok rahat davranan Turgut Altınok kendini başkan gibi görüyor.
Ama işi sağlama almak için de Gökçek’in altını kazımak için elinden geleni yapıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi ile iş yapan bir mütahhit “Melih Gökçek’le ilgili dedikoduların yüzde 90’ı aslında Keçiören kaynaklı” demişti geçtiğimiz yıl birlikte olduğumuz bir yemekte.
Ancak şimdi işler biraz karıştı. Keçiören Belediye Zabıtası’nın eli sopalı militanları Turgut Altınok’un hedefini biraz zora sokmuş görünüyor. Kendi yandaşları tarafından bile eleştirilen Turgut Altınok’un Gökçek yerine aday gösterilmesi AKP’li seçmenleri de kızdırabilir.
Muhalefetin bundan çıkaracağı kıssaya gelince Ankara AKP’de müthiş bir iktidar savaşı var. Muhalefet akıllı davranabilirse AKP, başkantte bu kez kaybedebilir.

*****

Dinlemede başka alçaklık

Telefon dinlemeleri ile ilgili tartışmalar sürüyor biliyorsunuz. Dün de size bu kez benim başıma gelen olayı anlatmıştım. Bugün ise sahiplerine doğrulatamadığım (çünkü bu imkânım yok) bir olayı anlatmak istiyorum. Ki, bu alçaklıktan bile öte. Tabii bunu yapanlar kendilerine durumdan vazife çıkaran kimi işgüzarlar.
Telefonda konuşuyorsunuz. Sizi dinliyorlar ve kayda alıyorlar. Bu konuşmalarda önemli bir devlet görevlisi, bir bürokrat ya da bir asker hakkında pek de hoş olmayan deyimler kullanıyorsunuz. Kullanırsınız ya, zamanı geliyor insan en yakın arkadaşı hatta anne babası için bile duyulduğunda hoş karşılanmayacak sözler söyleyebilir.
İşte bu dinleme kayıtlarını görebilen kimi işgüzarlar, bu bölümleri alıp ilgili kişinin önüne koyuyorlarmış “Efendim bakın falanca sizin için ne söylemiş” diyerek.
Kim olursanız olun, hakkınızda kötü bir söz duymaktan dolayı öfkenize hakim olabilir misiniz? Herhalde olamazsınız.
Tabii diyeceksiniz ki, “Servis yapmaya ne gerek var, zaten açıklanan telefon kayıtları birçok kişiyi üzüyor, hatta kahrediyor.” Çok haklısınız. Söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ama gizlice yapılan servislerin çok daha alçakça olduğunu söyleyerek yetinmek istiyorum.

*****

Tüzmen liderliğe soyunabilir

Evet, Rusya için söylediği “pimi çekilmiş el bombası” Kürşat Tüzmen’in elinde patladı. Tüzmen Türk mallarına gümrüklerde zorluk çıkaran Ruslar’a karşı “aynı yöntemle” karşılık verileceğini açıklamıştı. Hükümet bunu kabul etmedi.
Dünkü gazetelere baktığımda hemen herkes bu konuda hükümetin daha soğukkanlı davrandığını Tüzmen’in yanlış düşündüğünü belirtiyordu.
Bu bir açıdan doğru. Şu anda Rusya ile Amerika yüzünden binbir sorun yaşarken bir gümrük misillemesinin yapılması stratejik olarak pek iyi olmaz.
Ancak eğer hükümet Tüzmen’i tersledikten sonra Rusya’yı politikalarını değiştirme konusunda ikna edemezse zora girecektir. Rusya’nın tek taraflı baskısını halka anlatmakta güçlük çekecektir.
Tüzmen ben bu satırları yazarken Çin gezisini sürdürüyordu. Şu anda “fena halde bozum olmasına” karşı ne yapacak bilmiyorum.
Bu nedenle diyorum ki, “eğer hükümet bu konuda başarılı olamazsa” siyasette Tüzmen’in önüne geniş bir ufuk açılabilir. Türk halkı çok uzun yıllardan beri ilk kez bir hükümet üyesinin güçlü bir yabancı ülkeye karşı diklendiğini gördü. Bu diklenme Başbakan tarafından kırıldı.
Yıllardır “Bize kötü davranan Avrupa ve Amerika’ya karşı aynısını biz niye yapmıyoruz” diye soran milyonlarca insan var bu ülkede. Bu düşünceleri stratejik olarak yanlış olsa bile siyasette duygusal tepkilerin de ağır bastığı bilinen bir gerçek.
“Rusya krizi yeni bir siyasi lider yaratabilir” düşüncesi bana pek şaşırtıcı gelmiyor.

*****

Haydi gel de milli takımı tut bakalım

Hafta sonu Erivan’da Türkiye-Ermenistan milli maçı var. Bu maç bir spor olayından çıkıp politik bir gösteriye dönüştürülmek isteniyor. Türkiye, Ermenistan’la ilişkilerini düzenlemek için bu maçı bir fırsat olarak görüyor.
Günlerdir yapılan tartışmalar ister istemez Türk Milli Futbol Takımı’nı da etkiliyor.
Çünkü bir tarafta “sözde” barış için atılacak adım gibi sunulsa da herkes biliyor ki “özde” Ermenistan’a “futbol yoluyla bir ders vermek” de geçiyor pek çoklarının aklından.
Fatih Terim dünkü basın toplantısında durumu çok güzel ifade ederek, “Kimse politik hesapları milli takım üzerinden yapmasın” dedi.
Tabii işin bir de başka tarafı var. İnsanı biraz güldüren biraz da düşündüren yanı. Hrant Dink’ın alçakça bir suikasta kurban gitmesinden sonra “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları çok tartışılmıştı. Şimdi esprili okurlardan sürekli mesaj alıyorum “Bu maçta kimi tutacağız?” diye. Malum “Hepimiz Ermeniyiz” ya.

*****

Artık tam biter

Orhan Yorgancı’dan: O yıl Ramazan köyün yeni imamının yanlışı yüzünden yirmi dokuz çekmiş. Ertesi yıl ise yanlışlık artmış, Ramazan yirmi sekiz güne düşmüş. Bektaşi bu duruma çok sevinmiş, koşarak imamın yanına gitmiş, “Allah uzun ömürler versin sana, yirmi yedi yıl daha sağlıklı kal işallah” demiş. İmam şaşırarak, “Neden bu iltifat” diye sormuş. Bektaşi cevaplamış: “Ramazan azaldı seninle, bu gidişle yirmi yedi yıl içinde biter.”

*****

DÜZELTME

Dünkü “Belediye CHP’li olunca” başlıklı yazımda belirttiğim Dikili Belediye Başkanı, CHP’li değil SHP’lidir. Özür dilerim.

*****

Deniz Feneri, ampul gibi ’aydınlatıyor’


OKTAY (Ekşi) Abi dün gündeme getirdi; Deniz Feneri’nin Almanya’daki din üzerinden yaptığı para dolandırıcılığının öyküsünü anlatırken "AKP hükümetlerinin ve özellikle savcılarımızın bu bilgileri ihbar kabul edip etmeyeceğini doğrusu merak ediyoruz" diyordu.

Almanya'daki savcıların gördüğünü Türkiye'deki savcılar ve AKP hükümeti görmüyor

Deniz Feneri ve Almanya bağlantılarını çok yazdık; gerçekten ne AKP iktidarı duydu, ne de Cumhuriyet Savcıları! Deniz Feneri’ne dokunmak biraz değil epeyce ’zor’du.

Kim denetler bilinmez ama Deniz Feneri’nin F. Gülen cemaatinden başka en örgütlü bir ’yardım gücü’ olduğu AKP çevrelerinde dahi konuşuluyor.

Almanya’dan kuryelerle Türkiye’ye gönderilen milyonlarca dolar/marklarla (sonra Eurolar) ilgili Alman Savcılığı’nın ihbardan 1.5 yıl sonra ortaya çıkardığı ’dolandırıcılığı’, o zaman AKP’de bakan olan Erkan Mumcu daha önceden biraz fark etmişti ama gündeme getirmeye nefesi yetmedi; belki de yettirilmedi.

ERBAKAN KURDURDU AKP’NİN ETKİN GÜCÜ OLDU

Milli Görüş,
daha doğrusu Erbakan tarafından kurdurulmuştu Deniz Feneri; ancak 2002’deki FP-AKP ayrışımında, kuruluşun yöneticileri Tayyip Erdoğan’ın yanında yer aldılar. Neden mi? Tayyip Bey, televizyoncu olmayan bir gruba Büyükşehir Belediyesi’nin o zamanki yerel televizyonunu vermişti.

AKP döneminde büyüdü, 100 milyon dolarların üzerinde ’ciro’ya sahip oldu. Ankara ve İzmir’de şubeler kurdu. Lojistik hizmetleri için Ümraniye ve Zeytinburnu Belediyeleri, arsalarını ’kaçak’ olarak Deniz Feneri’ne tahsis ettiler. Ankara’dakini de, Esenboğa’ya gelip gidenler görüyorlar.

Cerrahpaşa Camii’nin karşısındaki ’medreseyi’ dahi Deniz Feneri’ne tahsis etti Vakıflar... Deniz Fenercileri bugün ’kamu’ yararına kuruluş olduğu için vergi ödemiyor; çünkü her şeyde vergiden muaf... Araçlarında resmi plaka taşıyor. Neden mi?

’Hayır’ kuruluşu olduğu için...

Derneğin yurtdışındaki örgütlenmesi ise ayrı tüzel kişilik olarak gerçekleşti.

Deniz Feneri hiçbir şeyden çekinmiyor; bugün hálá televizyonlara reklamlar veriyor; kimse de "Almanya’da olanlardan hiç haberiniz yok mu?" diye sormuyor.

İşte organik bağ

DENİZ Feneri’nin, 1996’da Ramazan ayında ’furya halinde’ başlayan yardım programlarıyla gündeme geldi. Bir yıl sonra dernek oldu. 1999 depreminden sonra Almanya’da atladı. Frankfurt’taki duruşma sürerken belirtelim; Almanya’daki Milli Görüş ile Türkiye’deki arasında resmi bir bağlantı olmayacağı gibi aynı durum Deniz Feneri ile söz konusu... Ancak isimler yanyana getirilince iki örgüt arasında organik bir bağ olduğu açıkca görülüyor. Deniz Feneri’nin, 1998’de kurulan Frankfurt’taki merkezi ile Kanal 7’nin adresleri aynı yerde olduğu gibi yönetimi ve çalışanları da aynı kişilerden oluşuyordu. Zaten isimlere bakıldığında bu fark ediliyordu: Zekeriya Kahraman, Mustafa Çelik, İsmail Karahan, Mehmet Gürhan ve Zahit Akman... Büyükşehir Belediyesi, İSMEK adlı meslek eğitim kurslarını kimlere ihale ediyor; Başbakan kimleri medyayı denetlemenin başına getiriyordu? Bu isimler iki yıldan beri neden Almanya’ya gitmeye cesaret edemiyorlar. ’Karagümrük Yanıyor’ dizinden tanınan Uğur Arslan, Türkiye’deki programından sonra Almanya’ya giderek programını orada sürdürmüş; bu sayede ’bedelli askerlik’ten yararlandıktan sonra dönmüştü. Bugün Kanal 7’de yine Ramazan programları yapıyor ve Fox TV’de bir sanatçıyla ’evlilik’ programına çıkıyor.

Erdoğan’dan övgüler

BAŞBAKAN Erdoğan, iki yıl önce AKP grubundaki bir konuşmasında, Güneydoğu bölgesindeki sel felaketinden söz ederken, insanı yardımların bölge halkının mağduriyetini azaltmaya büyük katkıları olduğunu belirttiği Deniz Feneri Derneği ile Kızılay ve bölgede çalışan diğer yardım kuruluşlarına teşekkür ederek, başarılar dilemişti. (Kızılay’ın, Deniz Feneri’nden ne kadar rahatsız olduğunu bir bilseniz...)

Deniz Feneri, yine AKP hükümeti döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek statüsüne alındı.

Bu durumda, topladığı yardımlardan başka para da toplayabilme olanağına kavuştu ve yaptığı tüm ticari faaliyetlerinde de vergiden muaf oldu.

Yani Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Yeşilay gibi yarı resmi derneklerin yıllardır elde ettiği hakka bir anda kavuşmuş oldu. Böylece AKP’nin devlet imkánlarını kullanarak oluşturduğu ’sadaka kültürü’nün sivil toplum örgütleri arasındaki en güçlü halkasını Türkiye’deki Deniz Feneri oluşturdu.

Aynı ayrıcalık Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne gösterilmedi.

İhbarı, avukat bir Milli Görüşçü yaptı

DENİZ Feneri ile ilgili ihbarı Berlin’den, avukatlık yapan eski Milli Görüş’çü Abdurrahim Vural yaptı. Berlin İslam Cemaati Başkanı olan Vural, bunu bize doğruladı iki yıl kadar önce doğruladı ve "Evet bir yıl önce suç duyurusunu ben yaptım, polis ve savcılığa belge ve bilgiler sundum. Sonunda da iddialarımın doğruluğu ortaya çıktı" dedi.

Vural bugün hálá şöyle konuşuyor:

"Bunların yaptıklarına dayanamadım. Dini duygulara hitap ederek insanları istismar ediyorlardı. Onlara önce yardım ediyorlar, ev tutuyorlar, yemek veriyorlar, giydiriyorlar. Bunu da Kanal 7’de bütün insanların merhamet duygularını istismar edecek şekilde yayınlıyorlar. Ondan sonra gelsin zekát paraları, kurban paraları... Paraları daha sonra da Kanal 7 ve Yimpaş’a aktarıyorlardı. İnsanların dini duygularını kullanarak milyon Euro’lar toplamasının engellenmesini istiyorum. Bu vurguna yeter artık diyorum."

Av. Vural yaptığı çeşitli açıklamalarda Almanya’da Kanal-7 ile iç içe olan ’sözde yardım derneklerinin’ Müslüman ülkelerde (Pakistan, Afganistan, Somali, Eritre, Bosna, Mora, Sudan, Endonezya, Filistin vs. gibi) sel, deprem açlık gibi felaketlerden beslendiğini, bu ekiplerin hemen yardım kampanyası açtıklarını ve bu yolla büyük paralar topladıklarını söylüyor.

Deniz Feneri’nin acaba o zaman Almanya’da kaç üyesi vardı?

Hiç...

Çünkü internetinde üye başvuru formu vardı; ’yalancıktan’da olsa..

Üye olamazdınız...

Kanal 7’nin çalışanları, Deniz Feneri’nin kurucuları idiler. Sayıları da 15’i geçmiyordu.

Tezgah böyle oluşturulmuştu.

Alman Adalet Bakanlığı’nın titiz çalışması sonucu sanıklar yargı önünde.

Duruşmalar üç gündür sürüyor.

Deniz Feneri’nin muhasebecisi Firdevsi Ermiş, ’bülbül gibi’ konuşuyor.

Türkiye’
den çok kişiyi korkutuyor.

Bu kuruluşa inanıp yardım edenler de şok geçiriyorlar.

Gerçeklerle yüzleşmek zamanı...

Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN
03.09.2008 - 09:04

Son bir ay içinde küresel düzeyde yaşanan gelişmeler, başta emek yoğun sektörler olmak üzere üreten kesimlerin sıkıntısını dayanılmaz boyutlara ulaştırdı. Cari açık ve tasarruf açığını şişirip menkul ve gayrimenkul değerlerini yükselterek yapısal sorunlardaki ağırlaşmayı gizlemek imkansızlaşmaya başladı. Ekonomik alandaki sürdürülebilmesi imkansız eğilimler ve buna bağlı olarak gelişen çıkar çatışmaları sosyal ve siyasi istikrarsızlık, içinden çıkılmazı çok zor ve maliyetli bir kısır döngü yarattı. Asıl önemlisi önümüze gelen faturaların boyutu ise dayanma gücümüzü aştı.

Küresel düzeyde hem durgunluk riskinin artması hem de enflasyonist baskının tırmanması özellikle gelişmiş Batı ekonomileri ve Türkiye benzeri gelişmekte olan ekonomileri sarsmaya başladı. Gerçeklerden kaçmak adına akıntıya karşı yüzerek günü kurtarmaya çalışanlar tıkanmaya başladı... Zira daha önce olduğu gibi hem durgunluğu öteleyip hem de enflasyonist baskıları kontrol altında tutmak mümkün değil. Hal böyle olunca sistemik riskle birlikte kırılganlık ve belirsizlik artıyor. Bu Batı aleyhine asimetrik bir direnç kaybı yaratıyor ve onlarla çıkar çatışması içinde olanlar bu durumu bir fırsat gibi görerek harekete geçiyor. Sonuçta ortaya kontrol edilmesi veya yönlendirilmesi imkansız kaotik bir ortam oluşuyor.

Konuya Türkiye açısından baktığımızda durumu daha iyi anlayabiliriz. 2001 sonrasında cari açık ve tasarruf açığının büyümesine kayıtsız kalındı; finanse edilebildiği sürece sorun yokmuş gibi davranıldı. Zira aksi yönde bir davranış günün kurtarılmasına izin vermezdi. Fakat bugün için cari açığın finansman kalitesi bozuldu; hem maliyeti artmaya başladı hem de yerli kurumların taşımak zorunda kaldıkları kur riski kontrolsüz bir şekilde büyüyerek kabus olmaya başladı. Döviz kurunun bundan sonraki yönü ister aşağı ister yukarı olsun, faydasından çok daha büyük kayıplara katlanılması mecburiyet haline geldi. Döviz kuru geriler ise belki enflasyon kontrol altında imiş gibi görünecek, fakat emek yoğun sektörde yaygın ve güçlü bir yaprak dökümü yaşanacak ve durgunluk hızla derinleşecek. Son bir ay içinde yaşanan küresel gelişmeler net olumsuzluğu iyice ağırlaştıracak... Yok eğer Türk Lirası değer kaybeder ise mali sektör ve kamuda ortaya çıkacak sıkıntılar ekonominin tümü ile durmasına kadar gidebilecek.

Doların, Euro ya karşı yapay da olsa değerlenmesi Avrupa Birliği ile yapılan ticaret hacmimizi ve dengemizi olumsuz yönde etkileyecek. ABD ile Rusya arasında tırmanacakmış gibi görünen gerginlik başta Rusya olmak üzere önemli komşularımızla olan ilişkilerimizi de etkileyecek. Bu küresel çekişme enerji arzı ve fiyatını da etkileyerek kırılganlığı iyice artırabilecek.

Emek yoğun sektörler başta olmak üzere üretenlerde yaşanacak bu yaprak dökümü ekonomik daralma, yükselen işsizlik, borç-alacak ilişkilerinde büyük bir kırılma, iç talepte daralma, bütçe açığında ve açığın finansmanında sıkıntı gibi çok yönlü olarak olumsuzluğu artırabilecek. Bu gerçeklerden kaçmak adına günü kurtarmak için akıntıya karşı yüzenlerin nefesi kesiliyor. Gerçeklerle yüzleşmek ve iki yüzlü taşeronları devre dışı bırakmak zamanı geldi!

-------------

Bekir karısından kaçıp bana sığındı
Moda dünyası dün ilginç bir olayla çalkalandı. Cemil İpekçi’nin uzun yıllar beraber olduğu Bekir Coşar’la evlenen Pınar Coşar, Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak ünlü modacının kendisini tehdit ettiğini söyledi. Coşar dilekçesinde, “Cemil İpekçi arayıp, ‘Emniyette tanıdıklarım var. Kocanı bırak’ diyor. Hatta ‘Bekir’i sana yar etmeyeceğim’ diye bana gözdağı veriyor” dedi. Coşar’ın bu iddialarına kısa bir süre sonra avukatı aracılığıyla yanıt veren İpekçi, “O kadının söylediği her şey yalan” diye konuştu.

Hiç yorum yok:

marx bize gülümsüyor

Leman 883

KARACA EMLAK GAYRİMENKUL HİZMETLERİ

kelepirx emlak acil satılık emlak ilanları,konut,işyeri,ücretsiz danışmanlık !!!emlax

TEKNİKANALİZ HALİL RENCBER

 
META Tag Generator