"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatidir. "

bush ve ayakkabı

28 Eylül 2008 Pazar

ne ciziyorlar ..// ne yazdılar.yigit bulut yılmaz özdil..

Leman kapak 881

Biz

İnsanız, en şerefli mahlukuz
Deyip de pek fazla
Övünmemiz haksız
Atamız elma çaldı cennetten
Biz o hırsızların çocuklarıyız
O. Seyfi Orhon



ercan akyol./haslet soyoz.ciziyorum!!!


Aşağıdaki hikaye...

25.09.2008 | Yiğit Bulut |Başlığa sığmadığı için tekrar yazayım; "Aşağıdaki hikaye bana dokunulmadığı sürece istediklerini alsınlar, sonunda kazanan biz oluruz diyenler için mükemmel bir örnekleme." Evet, bence güzel bir örnek. Bugün piyasalarda, siyasette, her alanda yaşananlara susanlar şunu hiç unutmasınlar; bir gün sıra size de gelecek!
Hikayeyi hemen araz edeyim: "Afrika savanlarında yaşayan kalabalık bir yaban öküzü sürüsü varmış. Tabii, etraflarında da aç arslanlar eksik olmazmış. Ancak sürü çok kalabalık olduğu için, bunlara saldıran arslanlar hırpalanır, geri çekilmek zorunda kalırlarmış. Bir gün, yaşlı topal bir arslan, sakin bir şekilde tek başına sürüye yaklaşmış. Sürünün lideri ile konuşmak istediğini söylemiş. İri yarı genç bir öküz öne çıkmış.
Arslan: "Bakın öküz kardeş, biz sizinle bu savanda sûlh içinde yaşamak istiyoruz, ama sizin içinizde şu sarı öküz var ya, o bizim sinirlerimizi çok bozuyor. Onu görünce çılgına dönüyoruz. Size saldırmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Onu bize verin, biz bir daha size saldırmayız. Barış içinde yaşarız" der.
Öküz: "Bunu bir düşünelim" diyerek sürünün içine döner ve arslanın söylediklerini aktarır. Öküzler, bundan böyle rahat edeceklerini düşünerek, sarı öküzün arslanlara verilmesine karar verirler. Sadece sürünün en yaşlısı olan tecrübeli bir öküz buna karşı çıkar "sarı öküzü vermek bizim sonumuz olur" der. Diğerleri dinlemezler. Sarı öküz arslanlara verilir.
Savaş baştan kaybedildi
Bir süre sonra, yaşlı topal arslan tekrar görünür. Aynı hikaye tekrarlanır. Bu sefer kısa kuyruklu kara öküz onların sinirini bozmakta, çılgına döndürmektedir. Onu verirlerse barış sürecektir. Kısa kuyruklu siyah öküz de verilir. Günler böylece geçer, arslanlar acıktıkça bir bahane ile sürüden bir öküz isterler, öküzler de, barış bozulmasın diye yeni bir kurbanı arslanlara teslim ederler. Böylece, arslanlar semirir çoğalırken, öküzlerin sayısı giderek azalmaya, arslanların gücü arttıkça, öküzleri tehdit etmeye başlarlar şu öküzü vermezseniz size saldırırız, bu öküzü vermezseniz size saldırırız boyutlarına ulaşır. Öküzlerin artık güçlenen arslan sürüsüne karşı koyacak gücü kalmamıştır. Toplanıp "Biz nerede hata yaptık da bu savaşı kaybettik" diye tartışmaya başlarlar. Sarı öküzün verilmesine karşı çıkan yaşlı öküz, "Biz bu savaşı sarı öküzü arslanlara verdiğimiz gün kaybetmiştik" diye durumu özetler."
Sistem çökerken ne olacak
Değerli dostlar, bu hikayeyi "kendinden olanı feda" edip hala alanda kalıp mücadeleye devam ettiğini düşünen herkese ve her kuruma hediye ediyorum.

Not: 1945 sonrası kurulan "liberal-kapitalist" sistemin bittiği, açıklanan ama hala onaylanmayan kurtarma planı ile resmen ilan edildi. 2007 Kasım ayından itibaren bu köşede hatırlarsanız "genleşmenin büzüşmeye dönüşeceği ve sistemin yeni bir paradigma doğana kadar çöküş sürecine" gireceğini defalarca yazdım. Şimdi çok önemli bir soru var; sistem çökerken "neler olacak" ve "hangi yatırım araçları" değer kazanacak? Ve en önemlisi yeni sistem nasıl şekillenecek? Bu soruların cevaplarını önümüzdeki günlerde birlikte tartışacağız. Şimdilik tek birşey söyleyebilirim, bugün değerli olan herşey değişecek!


Melih AşıkAçık Pencere/Bayramlık ülke

Kemal Kılıçdaroğlu ile giriştiği düellodan sonra bir süre ortalıkta görünmeyeceği sanılan Dengir Mir Mehmet Fırat, dün yine gazetecilerin önüne çıktı, birtakım karşı hücum ve savunmalara girişti...
Kılıçdaroğlu da peşinden konuştu. Dengir Bey yeniden golleri yedi...
Aslında yalnız o değil.. Bütün Türkiye gol yeme antrenmanında...
Ülkenin cumhurbaşkanı New York’ta Fethullah Gülen cemaatinin verdiği iftara katılıyor... Zimbabve’nin kanlı diktatörü ile aynı masaya oturuyor. Aynı Cumhurbaşkanı, bütün dünyanın soykırımcı diye nitelediği Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir’i de Ankara’da ağırlamış olup dünyanın en gerici liderlerinden Suudi Arabistan Kralı Abdullah’a devlet şeref madalyası vermiş, karşılığında değeri açıklanmayan şahsi hediye almıştır... İftihara geçmiştir...
Dünya ekonomik sarsıntılar geçirirken Türkiye “Bayrama Şeker mi desek Ramazan mı?” tartışması yapıyor.
Maliye Bakanı’nın çocukları alınteriyle kazanıldığına kimsenin kuşku duymadığı sermayeleriyle 600 milyon dolara elektrik santralı kuruyor...
Radyo televizyonların ahlaklı yayın yapmasından sorumlu kurumun başındaki Zahid Bey ramazan ayının en çok ve en usta yalan söyleyen kişisi unvanını alıyor...
“Laik Türkiye” sloganıyla yollarda yürüyenler hapiste... Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan hüküm giyen parti iktidarda...
Herkes her şeyi biliyor bu ülkede. Anayasal düzen, demokrasi, hukuk, ahlak nasıl geri gelecek? Kim geri getirecek? İşte bunu kimse bilmiyor...

-------

Kanal 7’nin başkanı Karaman, Deniz Feneri olayını dolandırıcılık olarak değil, iş kazası olarak görüyormuş.
Siz hiç bu kadar planlı programlı iş kazası duymuş muydunuz?

Bolçi
Bolçi’ye olan aşkımızı biliyorsunuz... Günün
birinde Ankara
dönüşü Bolu
Dağı’nda yarım
kiloluk bir
kutu Bolçi çikolatası almıştık.. İstanbul’a varana kadar bütün kutuyu tek başımıza bitirdik... Öylesine bir lezzet... Bu
çikolotayı Bolu’da mütevazı bir
pastane sahibi
Hasan Aksoy icat
etmiş... Adını Bolu Çikolatası’nı
kısaltarak Bolçi
koymuş. Hasan
Aksoy’dan her yıl daha güzel haberler
alıyoruz... Dün yine konuştuk:
- Bu yıl ihracata başladık, dedi,
Kıbrıs’a, Tunus’a,
İspanya’ya
gönderiyoruz..
Croca diye bir ürün daha ekledik
imalatımıza... Bolu dışında reklam
yapmadığımız halde Van, Adıyaman gibi yörelerden talep
geliyor... Çok hızlı gelişiyoruz...
Bolu’da bir adam tamamen yerli imkânlarla dünya çikolata pazarında yarışacak kalitede bir ürün meydana çıkardı. Sürekli
geliştiriyor.. Alkışlamaz mısınız?

Tilki
Kurnaz tilki ormanda gezmektedir. Bir ağacın dalında asılı bir geyik budu görür.
Açtır ama
şüphelenir, kontrol ederken anlar ki,
bu bir tuzaktır.
Geyik budu bir iple bombaya
bağlıdır.
Epeyce uzağa
gider ve başını
kollarının üzerine
koyarak yatar, biraz sonra çakal gelir,
budu görür ve yatan tilkiye sorar:
- Burada bir but var ya...
- Evet var
- Neden
yemedin?..
Tilki sakince
cevap verir;
- Bu gün
oruçluyum...
Çakal kendinden emin:
- Hımmmm, ben yiyeyim o zaman.
Tilki ‘Buyur
afiyet olsun’ der.
Çakal buta uzanır uzanmaz bir
patlama, ortalık toz duman, çakal yaralı vaziyette iki
seksen yerde...
Çakal gözlerini açınca ne görsün.. Tilki biraz uzakta
butu kemirmeye
başlamış bile...
Sorar:
- Lan şerefsiz
hani oruçtun?
Tilki pişkin pişkin sırıtır;
- Biraz önce
top patladı
duymadın mı?

AB ve yolsuzluklar
Milliyet’in dünkü başyazısı şöyle bitiyordu: “AB, ünlü 301’inci madde konusunda haklı olarak gösterdiği kararlı tutumu, konu Türk demokrasisini ahlaki ölçülerde daha temiz bir zemine oturtmaya geldiğinde neden sergilemiyor?”
Aslında AB’nin Türkiye’deki yolsuzluklara hepten gözünü kapattığı söylenemez... Ancak bu konuda pek ısrarcı davranmadığı da gerçek...
Örneğin Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2004 yılı ‘İlerleme Raporu’nun 28 ve 29’uncu sayfalarında ‘Anti-Corruption Measures’ (Yolsuzluğa Karşı Ölçümler), 141’inci sayfasında da ‘Fight against fraud and corruption’ (Sahteciliğe ve yolsuzluğa karşı mücadele) başlıkları altındaki bölümlerde Türkiye’nin geçmişindeki yolsuzluğa karşı mücadele deneyimi ve ‘yolsuzluk’ olgusu ana hatlarıyla irdeleniyor...
Türkiye’de bir ‘Yolsuzlukla Mücadele Birimi’ kurulmasına ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu’nun çıkarılmasına dair tavsiyede bulunuluyor.
Ne var ki, AB bu tür istekler konusunda fazla baskıcı davranmıyor... Bu konunun takibinde Kıbrıs ve azınlıkların sorunlarında olduğu kadar titiz değil... Bir yandan da AKP’li dostlarını bu hassas konuda zorlamak istemediği düşünülebilir AB’nin!
Başbakan iki sözün biri hortumları kestiğini anlatıyor...
AB, fazlası için ısrarcı değil.. Anlaşılan yolsuzluklarla mücadelede gayret yurtiçinde temiz toplumdan yana güçlere düşüyor...



İslam Dergisi’nin idealist gençlerine ne oldu
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra İslami kesimde ardı ardına dergiler çıktı. Bunlardan biri de "İslam Dergisi"ydi. Derginin sahibi Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı’ydı. Başyazarı, dergáhın şeyhi M. Esad Coşan’dı. Genel Yayın Yönetmeni Hasan Hüseyin Ceylan, Yazı İşleri Müdürü Zahid Akman’dı. Dış Haberler Şefi Fehmi Koru’ydu. Derginin para işlerine ise, adı Deniz Feneri olayına karışan Zekeriya Karaman bakıyordu! Ankara’da bir şirketin mescidinde kırık bir daktilo ve bir masayla başlayan idealler zamanla nasıl bir dönüşüme uğradı?

12 Eylül 1980 askeri darbesi, İslami kesimde dergiler dönemini başlattı. Neredeyse her tarikatın, dergáhın, cemaatin dergisi vardı:

"Sızıntı", "Zafer" Fethullah Gülen Cemaati’nin dergileriydi.

"Altınoluk" Nakşibendi Erenköy Cemaati’nin dergisiydi.

"Öğüt", "İcmal" Kadiri Haydar Baş çevresinin çıkardığı dergilerdi.

"Köprü", "Bizim Aile" Mehmet Kutlular ekibinin çıkardığı dergilerdi.

"Fetih", "Genç Akademi" Süleymancılar’ın dergileriydi.

"Dava" radikal Nurcular’ın dergisiydi.

"Girişim" radikal İslamcı Kürtlerin dergisiydi.

"Şehadet", "Tevhid" Hizbullah’ın dergileriydi.

"İktibas" tasavvuf karşıtı Ercüment Özkan çevresinin çıkardığı dergiydi.

"Rönesans" Adnan Oktar çevresinin dergisiydi.

"Kitap Dergisi", "Mavera" İslamcı edebiyatçıların dergileriydi.

"Hareket", "Ülke" İslamcı sosyalistlerin dergileriydi.

"Tezkire", "Umran" İslamcı entelektüellerin dergileriydi.

1980’ler; kendi ifadelerine göre, "İslami uyanışın" başladığı yıllardı.

Kuşkusuz aralarında farklılıklar vardı ama hepsi idealistti. Coşkuluydu. Fedakárdı. Tek istekleri "İslami bir toplum" yaratmaktı.

Sonra... Sonra ne mi oldu?..

Yeni bir dergi:İslam

Tarih: 1 Eylül 1983.

Nakşibendi Gümüşhanevi (İskenderpaşa) Dergáhı’nın yarı resmi yayın organı "İslam" Dergisi çıktı. Aylıktı.

Derginin başyazarı "Halil Necatioğlu" idi. Aslında bu isim; Profesör Mahmud Esad Coşan’ın müstear adıydı. Prof. Coşan müstear isim olarak, babası Halil Necati Coşan’ın adını kullanmıştı.

M. Esad Coşan sıradan bir başyazar değildi. Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhi Mehmed Zahid Kotku’nun kızı Muhterem ile evliydi. 1977 yılında kayınpederinin bizzat elinden tutarak kürsüye çıkarması üzerine İskenderpaşa Camii’nde hafta sonları hadis dersleri vermeye başladı. İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesiydi.

Şeyh Mehmed Zahid Kotku, Ankara’ya geldiğinde mutlaka damadının evinde misafir oluyordu. Damadını seviyor, saygı duyuyordu. Dergáh çevresinde artık herkes biliyordu ki, Şeyh Zahid Kotku’dan sonra dergáhın postnişine Prof. Coşan oturacaktı.

Ama bir sorun vardı. 1970’li yılların sonunda dergáh ile partinin/MSP’nin arası açılmaya başladı. Şeyh Zahid Kotku, Erbakan’ın "Akıncılar" gibi radikal hareketlere sıcak bakmasına karşı çıktı. Sonra bir gün Erbakan’a, eniştesi Prof. Osman Çataklı aracılığıyla haber gönderdi: "Necmi partinin başından çekil!"

Erbakan dergáhın dinsel otoritesine karşı geldi. Gümüşhanevi Dergáhı ile gerginliği sürerken 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu. Tutuklamalar sorunu geçici olarak unutturdu.

Darbeden hemen sonra da Şeyh Zahid Kotku vefat etti. Prof. Coşan yeni şeyh oldu.

Erbakan, dergáhta değil akademide yetişen yeni şeyhe "biat" etmedi. 19 Temmuz 1983’te Refah Partisi’ni kurdu.

Prof. Esad Coşan ise, RP’nin kuruluşundan bir buçuk ay sonra "İslam" Dergisi’ni çıkardı.

Derginin künyesi

Prof. Esad Coşan, İslam Dergisi’nde genellikle Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden tanıdığı öğrencileriyle birlikteydi.

İslam Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Hüseyin Ceylan’dı.

Yazı İşleri Müdürü ise Aykut Zahid Akman’dı.

Hasan Hüseyin Ceylan ve Aykut Zahid Akman, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden sınıf arkadaşıydılar. Ankara’da yaşıyorlardı. Şeyhleri Esad Coşan’ın dizinin dibinden ayrılmıyorlardı. Dergi çalışmalarından arta kalan zamanlarda, Prof. Coşan’ın Ankara Demetevler Özelif Sitesi’ndeki "hadis sohbetlerini" organize ediyorlardı.

İslam Dergisi, Ankara’da bir şirketin mescit olarak kullandığı küçük odasında, bir masa, bir eski daktilo ile yayın hayatına başladı.

Darbe günleri nedeniyle biraz ürkek yayın çizgileri vardı. Dergi içerik olarak, daha çok tasavvuf, geleneksel medrese ile radikal söylemlerin iç içe geçtiği bir politika takip etti.

Hasan Hüseyin Ceylan tarafından yazılan "Unutulan Sünnetlerimiz" bölümünde, Hz. Muhammed’in yaşamından örnekler verildi; okurlara günlük yaşama ilişkin tavsiyelerde bulunuldu: "Futbol karşılaşmalarında giyilen şort, erkeğin göbeği ile diz kapağı arasını örtüyorsa caizdir."

Dergi, genellikle yurtdışındaki İslami gelişmeleri haber verdi; Afganistan’ı işgal eden Sovyetler Birliği’ne ateş püskürüyorlardı. İran-Irak Savaşı’nda İran’ı destekliyorlardı. Ama Humeyni’ye mesafeliydiler.

Dünyayı ikiye bölmüşlerdi; Müslümanlar ve káfirler. Avrupa Birliği’ne karşıydılar. Kendilerini, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e yakın görüyorlardı.

İslam Dergisi’nin dış haberler sayfasını kim hazırlıyordu biliyor musunuz; Fehmi Koru!

Dergiye, Zahid Akman’ın ağabeyi Turgut Akman’la evli gazeteci Nuriye Akman da gönüllü destek veriyordu.

İslam Dergisi, ANAP’a yakındı; çünkü bu partinin kadrosu içinde, başta genel başkanı Turgut Özal olmak üzere, Gümüşhanevi Dergáhı’na bağlı politikacılar vardı. Ancak ANAP’ın serbest piyasacı, AB’ye yakın siyaseti bu yakınlığın daha ileri gitmesine engel oldu.

RP arasında gerginlik ise her geçen yıl arttı. Parti, İslam Dergisi’nin parti binalarına girişini yasakladı.

Ayrılık gerçekleşiyor

1990’lı yıllarda RP yükselişe geçti. Artık büyük şehirlerde yeni bir dönem başlamıştı. İstanbul, Ankara gibi şehirleri RP adayları kazanmıştı.

Bu seçim başarısına rağmen İslam Dergisi, Erbakan’a hálá soğuktu.

Ancak...

1984 yılında Şeyh Zahid Kotku’nun adını alacak kadar dergáha bağlı olan Aykut "Zahid" Akman ve Hasan Hüseyin Ceylan gibi isimler, Şeyh Coşan’dan ayrılıp Erbakan’a biat ettiler.

O yıllar faaliyete geçmek için hazırlıklar yapan Kanal 7 televizyonunun başına da İslam Dergisi İdari Müdürü Zekeriya Karaman getirildi.

İslam Dergisi’nin yazı işleri kadrosundan Ferman Karaçam da Kanal 7 radyonun başındaydı artık.

Fehmi Koru, İslam Dergisi’nden sonra Erbakan’ın ekibine dahil oldu; Milli Gazete’ye geçti; başyazarı oldu. Sonrası malum...

Hızlı yükseliş

İslam Dergisi’nden kopanlar ödüllerini hemen aldılar.

Milletvekili oldular. Şirketler kurdular. Belediyelere fuar organizasyonları yaptılar.

YİMPAŞ parasıyla "Politik Araştırmalar Merkezi" kurdular.

ABD’ye bursa gönderildiler. Televizyon yöneticisi oldular.

Büyüdüler... Ünlendiler...

Bu arada, 28 Şubat kararları, Erbakan’ın yıldızını söndürdü.

Ve zamanında Şeyh Esad Coşan’ın dizinin dibinden ayrılıp Erbakan’a biat edenler yine hemen çark ettiler. Recep Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin gölgesine girdiler. "Yola devam" ettiler!

Fakat bir fire verdiler: Hasan Hüseyin Ceylan konuşmalarıyla RP’nin kapatılmasına neden olmuş; siyaset yapması beş yıl yasaklanmıştı. Cezası bitince, İslam Dergisi’nde birlikte çalıştığı bacanağı, AKP milletvekili genel başkan yardımcısı Akif Gülle’nin kulisiyle AKP’ye girmeye çalıştı. Olmadı. AKP, Hasan Hüseyin Ceylan’ı kabul etmedi.

Diğerlerinin yıldızı parlamaya devam etti.

Geçmişte karşı çıktıkları her şeyi bu kez kendileri yapıyordu. Popüler dünyanın figürleriydiler artık. Her gün televizyon ekranındaydılar.

450 milyon dolarlık Armada İş Merkezi’nin sahibi oldular!

Diğer şirketleri, işleri, yatırımları, Deniz Feneri’ni yazmaya gerek var mı?

Artık milyon dolarları telaffuz ediyorlardı. Her şey ne kadar kolay ve çabuk oluvermişti!

İnsan sormadan edemiyor: İslam Dergisi günlerini hiç anımsıyorlar mı?

O idealist-özverili gençlerin tüm çabaları sadece sınıf atlamak için miydi?

"İslam toplumu" kurmak için büyük söz sarf edenler, sadece birkaç yıl içinde nasıl da ufalıvermişlerdi böyle.

Neyse, hayat devam ediyor işte. Haziran 1998’den beri çıkmayan İslam Dergisi, on yıl aradan sonra ekim ayında yeniden çıkıyor. "Bir lokma bir hırka" felsefesine bağlılıklarını sürdürenlere duyurulur.

Şeyh Esad Coşan’dan Erbakan’a: Valizlerle gelen paraları ne yaptın?

TARİH, 26 Mayıs 1990.

Yer İstanbul Vefa Yayıncılık Tesisleri

Profesör M. Esad Coşan, Erbakan ile olan gerginliklerinin nedenini dergáhının müritlerine bakın nasıl anlattı:

"Umumiyetle bana sorulan sorular, MNP-MSP-RP ile ilgili. Diyorlar ki, ’Bir müddet desteklediniz, şimdi bir ihtilaftan bahsediliyor, niye?’

Efendim, destekleme hocamızın (Şeyh Mehmed Zahid Kotku) zamanından beri oldu. Parti zaten dergáhımızın belli bir aksiyonu olarak başladı. Hocamıza belli kişiler geldiler, dediler ki, ’Hocam, böyle böyle şeyler yapalım mı?’ Hocamız emir buyurdu, istikamet gösterdi, yapın buyurdu. Ayrıca eleman verdi.

Ancak üç sene önceden, beş-altı sene önceden bize karşı bir tavır başladı. Bizim dergimizin (İslam) nasıl çalıştığını biliyorsunuz, neden yazdığımı biliyorsunuz. Biz bu dergileri şu bakımdan çıkarmıştık; örfi idare var, ben İskenderpaşa’da konuşuyorum, Ankara’da konuşma iznim var ama yasaklanabilir. ’Sen Diyanet’e bağlı bir kimse değilsin, konuşamazsın’ diyebilirler. Onun için ben ihvanıma, yani kardeşlerime, ahiret yoldaşlarıma ulaşabileyim, mesajımı ileteyim diye çıkardım dergiyi.

Şimdi önce Almanya’daki kardeşlerimiz başladı; ’Bu dergi bizim dergimiz değildir’ demeye. Hocamızın kurduğu Hak-Yol Vakfı’na yardımları kestirdiler. Bizzat Necmettin Bey, Konya’da ’Hem Hak-Yol’a hem Milli Gençlik’e yardım olmaz; sadece Milli Gençlik’e yardım edeceksiniz’ demiştir.

Şimdi (Erbakan) birçok insan hesap sormadığı için şımarıyor. 1990 yılının Ocak ayına kadar bütün kusurlarına rağmen destekledim. Doğru yolda gitmeyeni babam olsa dinlemem.

Mercedeslere kurulup saltanat sürüyorsun. ’Bana biat etmeyen kendine din arasın’ diyor. Böyle saçma şey olur mu? Bulunmaz Hint kumaşı mısın?

Kırk yıldır desteklediğimiz insan. Beslediğimiz insan, varlığımızın her çeşidiyle katıldığımız insan, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış, şişmiş insan, Almanya’dan valizlerle gelen paralarla zenginleşmiş insan, Suud’dan, Kuveyt’ten gelen paralarla şey yapmış insan. Sen bu tekkenin mensubu değil miydin? Sen ’Bizim yolumuz tekke adabıdır’ demiyor muydun?"

Prof. Esad Coşan’ın bu konuşmasını, Yazar İsmail Nacar basına verince, Esad Coşan ile Erbakan bir daha hiçbir araya gelmediler, konuşmadılar.

Gümüşhanevi Dergáhı bölündü. Ayrılık hálá sürmektedir.

Başbakan’ın dünürünü değil yazar Sadık Albayrak’ı geri istiyoruz

SON yıllarda gazeteler, televizyonlar ondan hep "Başbakan’ın dünürü" diye bahsediyor.

Oğulları Berat ve Serhat nedeniyle adı duyuluyor artık.

Küçük oğlu Berat (D. 1978), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra ile evli.

Genç yaşta Çalık Holding’in CEO’su oldu. Büyük oğlu Serhat (D. 1973) da Çalık Grubu’nda.

Sözünü ettiğimiz isim, gazeteci-yazar Sadık Albayrak.

Başbakan Erdoğan ile dünür olduktan sonra bir köşeye çekildi; artık gazetelerde yazmıyor. Konuşmuyor.

Halbuki: Görüşlerine karşı olsam da, Türkiye’nin ona ihtiyacı var, biliyorum.

Türkiye’nin bu gergin günlerinde gazeteci-yazar Sadık Albayrak’a görev düşmüyor mu?

Peki, neden sessiz?

Dünür olması susması anlamına gelir mi hiç?

Bunca yıllık Sadık Albayrak’ın köşesine çekilmesi kabul edilebilir mi?

Bu muydu yani; iki oğlu önemli bir şirkette CEO olacak; hatta biri Başbakan’ın damadı olacak ve o yazılarıyla rüzgár ekip fırtına biçen Sadık Albayrak kalemini kıracak!

Bunun için mi hapis yattı?

Bunun için mi yüzlerce yıllık cezaları umursamadan kitaplar, makaleler yazdı?

Uzun yıllar Milli Gazete’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı.

Önceleri AKP’ye sert muhalefet eden Milli Görüşçü isimlerin başında geliyordu.

Sonra... Sonra kayboldu. Yazmadı işte. Dünürüyle fikir ayrılığı yüzünden mi kalemine kelepçe vurdu? Bilmiyorum.

Bildiğim, Sadık Albayrak’ın akrabalık ilişkileri nedeniyle köşesine çekilmesine gönlüm elvermiyor.

Sadık Albayrak’ın görüşlerini hiç paylaşmıyorum.

Ama yazmasını can-ı gönülden istiyorum.

Sadık Albayrak gazetecidir; yazardır; düşünürdür.

İdealisttir. Vicdanlıdır. Ahlaklıdır. Aydın olma namusuna sahiptir. Bu özelliklerinin yanında "dünürlüğü" sadece küçük bir ayrıntıdır.

Tarih Sadık Albayrak’ı dünürlüğüyle değil, yazdıklarıyla hatırlamalıdır.

Evet, ben kendi adıma, Türkiye’nin bu zorlu sürecinde Sadık Albayrak’ın yazmasını istiyorum...

Sadık Albayrak’ın "feodal ilişkilere" kurban edilmesini gönlüm ve aklım kabul etmiyor.
Bayram


Yıllardır kafa patlatıyordum...

"Niye bu kaos yaşanıyor" diye.


*

Tahminim, sizin evde de oluyordur; her ramazandan sonra bizim ailede tartışma çıkar... Ben bir türlü karar veremem, kurbanı mı kesecektik bu bayramda, yoksa yılbaşı ağacı mı dikecektik? Annem "Aşure ayıydı galiba" diye bastırır, babam "Hanım sen bunadın herhalde" diyerek, paskalya yumurtası boyar... Değerli eşim, "Hıdrellez" diye tutturur, çalı çırpı toplar ateşten atlayalım diye; kızım ise, illa ısrar eder, "Zafer Bayramı’dır, fener alayını görmeye gidelim..."

Bakın tam bu satırları yazıyordum, ağabeyim mesaj atmış, "Kabotaj bayramınız mübarek olsun" diyor.

*

İşin içinden çıkamıyorduk bi türlü.

*

Allah’tan Başbakanımız var...

"Ramazan Bayramı’dır bu" dedi.

*

Aşk olsun yani...

Madem Ramazan Bayramı’ydı bu, iktidarınızın ilk 5 yılında niye açıklamadınız da, perişan ettiniz milleti?

*

Üstelik öyle böyle değil.

Dört dörtlük bayrammış...

Gerçi ben Kurban Bayramı’nı dört günlük biliyordum ama, o kadar kusur ulemada bile olur artık.

*

Özetle...

Sakın bundan sonra "İktidar gerçekleri saklıyor" falan diye şikáyet etmeyin... Sayın Başbakanımız şeffaf bir şekilde çıkıp kamuoyunu bilgilendirmese, nereden öğrenecektiniz bu bayramın ne bayramı olduğunu?
ercan akyol..

Metin Münir/Bir ampul değiştirmek için kaç Zen Budist gerekir?
.28Eylül Pazar 2008

Sadece son derece esnek ve yumuşak olanlar son derece sert ve güçlü olabilir.
Eğer sorunun çözümü varsa tasalanmanın anlamı yok, sorun sonunda çözülecek. Eğer sorunun çözümü yoksa tasalanmaya mahal yok çünkü çözülmesi imkânsız.
Çok temiz suda balık yaşamaz.
Hiddet, niteliksiz olmanın belirtisidir.
Kızgın kişi her zaman yapabileceğinin fazlasını yapabileceğini sanır.
İnsanlar çoğu zaman akıl açıklarını hiddetle kapatmaya çalışırlar.
Nefret insanın kendine uyguladığı bir cezadır.
Hiddet, akılsızlıkla başlar, pişmanlıkla biter.
Kızgın adam ağzını açar, gözlerini kapatır.
Hiddet eser, aklın lambası söner.
Akıllı insan hatalarından ders alır. Başkalarının hatalarından ders alan ondan da akıllıdır.
Ne kadar sıkı tutarsanız, o kadar az şeye sahipsiniz.
Elde eden az şeye sahiptir. Dağıtanın çok şeyi var.
İnsanlara yol göstermek istiyorsan arkalarından yürü.
Bir samuray, Zen ustası Hakuin’e öldükten sonra nereye gideceğini sormuş. Hakuin, “Ben nereden bileyim?” diye cevap vermiş. “Nasıl bilemezsin?” demiş samuray. “Sen bir Zen ustasısın.” “Evet, ama...” demiş Hakuin, “ölü bir Zen ustası değilim.”
Muayyen bir işi yapabilmek için muayyen bir insan olmak gerekir.
Eğer gerçek aşkı bulmak istiyorsanız kendinizi sevmeyi öğrenin.
Hiçbir kar tanesi hiçbir zaman yanlış yere düşmez.
Öğrenmek nehrin aktığı yöne doğru kürek çekmek gibidir: İlerlememek gerilemek demektir.
Ruh ışık saçarsa insanda güzellik olur. İnsanda güzellik varsa yuvada uyum olur. Yuvada uyum olursa ulusta düzen olur. Ulusta düzen olursa cihanda sulh olur.
Samimi olmayana samimi davranmak tehlikelidir.
Kötü şeylerde yavaş ol, iyi şeylerde aceleci ol.
İyilik bağırır. Kötülük fısıldar.
Eskilerin yürüdüğü yolu izleme, onların aradığını ara.
Ne kadar sessiz olursan, o kadar çok şey duyarsın.
Hayat denize açılıp batacak bir gemiye binmeye benzer.
Oraya vardığınızda, orada orası olmadığını görürsünüz.
En az şey isteyenler Tanrı'ya en çok yanın olanlardır.
Her çıkış başka bir yerin girişidir.
İnsan tartışır, doğa yapar.
Saat beşte sevişmek için sana geleceğim. Geç kalırsam bensiz başla.
Soru: Bir ampul değiştirmek için kaç Zen Budist gerekir? Cevap: Üç. Biri değiştirmek için. Biri değiştirmemek için. Biri ne değiştirmek ne değiştirmemek için.



Ah Dengir Bey ah



OLMUYOR Dengir Bey, olmuyor... İnan ki kurtarmıyor...

Neden mi? Anlatayım:

Sen ki "koskoca" iktidar partisinin, "koskoca" ikinci adamısın...

CHP’den "Kemal" adlı bir müfettiş çıkmış, senin konumundaki bir adama, "uyuşturucu kaçakçısı" ve "hayali ihracatçı" demiş...

Sen de bunun üzerine çılgına dönüp, "Ulan müfteri" diyerek karşı saldırıya geçmişsin... Yetinmemiş, meydan okumuşsun...

Ve nasıl olmuşsa olmuş...

Kendisine "Bay müfteri" diye lakap taktığın adamı kıstırıp yakalamışsın...

Hem de Meclis çatısı altında... Hem de 70 milyonun huzurunda...

Senden beklenen...

"Bay müfteri"yi ezim ezim ezmendi...

Senden beklenen...

"Bay müfteri"yi insan içine çıkamayacak duruma sokmandı...

Senden beklenen...

O "Kemal" denilen CHP’liyi, "Ne olur bağışla beni mirim" diyerek af dilemek zorunda bırakmandı...

Öyle çetin ceviz bir halde çıkmalıydın ki kavga meydanına...

Meydan gümbür gümbür inlemeliydi...

Öyle yaslanmalıydın ki "Bolu Dağları"na...

O "Kemal" denilen adam kaçacak yer aramalıydı...

Müfettiş raporlarını, Danıştay kararlarını öyle un ufak etmeliydin ki...

"Uyuşturucu" sözcüğüyle "Dengir" adını yan yana getiren o "Kemal" denilen müfettiş, gerçekten de "Ben müfteriyim... Ben müfteriyim..." demek dışında söyleyecek hiçbir söz bulamamalıydı...

O karmakarışık rakamların arasından...

O pek bir şey anlamadığımız hukuksal süreçlerden...

Öyle kesin, öyle net, öyle temiz, öyle pir ü pak, öyle masum, öyle beyaz çıkmalıydın ki...

Dost düşman herkes...

"Yapılır mı bu Dengir Bey’e?" duygusuyla dopdolu olmalıydı...

Dost düşman herkes...

"Allah hepimizi kuru iftiradan sakınsın" diye dua etmeliydi...

Dost düşman herkes...

Sana "Alçakça iftiralara maruz kalmış bir adam" muamelesi yapmalıydı...

* * *

Ama olmadı, olamadı...

Bak, senden yana olanlar bile "Maç berabere bitti" diyorlar...

Söyler misin? İçinden "hayali ihracat" geçen bir maçta, beraberlik kurtarır mı?

Söyler misin? "Uyuşturucu kaçakçısı" suçlamasının devreye girdiği bir maçta "şerefli" beraberliğe rıza gösterilir mi?

Dün televizyonda gördüm...

Çıkmış Baykal’a sorular soruyorsun...

"Uyuşturucu" ve "hayali" maçında berabere kalmış biri, Deniz Baykal’a en şahane golü atsa kaç yazar?

Kısacası... Dreyfus olamadın Dengir Bey... O yüzden bizden Emile Zola tavrı bekleme...

’Latif Abi’den iki yakışıksız itham

BİRİNCİ İTHAM: "Ben bakanken Kanal 7’ciler bana geldi... Benden bir şey talep etmediler, SPK ile sorunlarını anlattılar... Ama herkes bilir ki bu türden bilgilendirmeler talep anlamına gelir."

İKİNCİ İTHAM: "Kanal 7’cilerin Başbakan’la görüşüp görüşmediklerini bilmiyorum... Ama o günlerde Başbakanlık koridorlarında hareketlilik vardı... Kanal 7’nin sahibi Zekeriya Karaman’ı Başbakanlık koridorlarında gördüm."

* * *

Bence bu iki itham da Abdüllatif Şener’e yakışmadı...

Eğer Şener, daha yakışık alan bir suçlama yapmak istiyorsa...

"Geldiler... Benden şu türde imtiyaz talep ettiler... Ben de kapıyı gösterdim" demek durumundadır...

Eğer Şener, daha yakışık alan bir suçlama yapmak istiyorsa...

"Başbakan Erdoğan, Kanal 7’cilerle bir araya geldi... SPK Başkanı’nı da yanına aldı... Kanal 7’nin SPK ile sorununu çözdü... Elimde kanıtlarım var" demek durumundadır...

Eğer bunları diyemeyecek durumdaysa...

Yapması gereken tek şey susmaktır...

CHP’ye çağrı

CHP’li Çankaya Belediye Başkanı’nın telefonunu dinlemişler...

Ayıp etmişler...

Belediye Başkanı’nın telefonda söylediklerini ekranlara taşımışlar...

Ayıp etmişler...

Bu telefon görüşmesinde söylenen "Rüşvet verdim" falan türünden lafları, "Sizin tencere de kara" üslubuyla yayınlamışlar...

Ayıp etmişler...

Tamam, bunlar işin ayıplı kısımları...

Ama işin içinde bu ayıplar var diye...

Çankaya Belediye Başkanı’na "sütten çıkmış ak kaşık" muamelesi mi çekeceğiz?

Tabii ki hayır!

Başkalarının gözündeki merteği görenler, kendi gözlerindeki çöpü de görmek durumundadırlar...

Bu yüzden CHP ileri gelenleri, Çankaya Belediye Başkanı’nın "Şantaj / Montaj" türküsüne bakmaksızın olayın üstüne gitmelidirler...

Hadi Kemal Bey, gösterin kendinizi...





Hiç yorum yok:

marx bize gülümsüyor

Leman 883

KARACA EMLAK GAYRİMENKUL HİZMETLERİ

kelepirx emlak acil satılık emlak ilanları,konut,işyeri,ücretsiz danışmanlık !!!emlax

TEKNİKANALİZ HALİL RENCBER

 
META Tag Generator